Cuma, Kasım 22, 2024
Google search engine
Ana SayfaKıbrısTürk Anaları Çocuklarını Denizde Boğacaktı - 2

Türk Anaları Çocuklarını Denizde Boğacaktı – 2

Liderimiz, Kurucu Cumhurbaşkanımız, Erenköy Gazisi Denktaş’ın, Erenköy’de tuttuğu günlüğü yayınlamaya devam ediyorum:
*
8 Ağustos 1964:

Alevkaya, Mansur, Bozdağ ve Selçuklu düştü. Mücahitler geri çekiliyor…
Kadın ve çocukları Birleşmiş Milletler kendi kamplarına tahliye etmek ister. Kadınların cevabı;
– “Biz erkeklerimizle kalacağız.”
Erenköy, bir tabak gibi, Rum mevzilerinin altında mahkum bir arazi halinde.
Öyle bir an geldi ki mukavemete devam ümidi yok oldu. Birleşmiş Milletler bize gelerek ne yapacağımızı sordu;
– “Rum ve Yunan zırhlı birlikleri süratle ilerlemektedirler, teslim olmaktan başka çare yok” dediler.
Komutan Rıza Vuruşkan’la istişare ettikten sonra kararımızı veriyoruz: Sonuna kadar çarpışmak, teslim olmamak ve intihar etmek…
– “O halde müsaade ediniz kadınları ve çocukları alıp gidelim” dediler.
– “Onlara sorunuz, gitmek isterlerse alınız” dedik.
Birleşmiş Milletler askerleri kadınlara yaklaşarak tekliflerini yaptılar. Kadınlar hep bir ağızdan;
– “Biz erkeklerimizden ayrılmayız, öleceksek birlikte ölürüz” cevabını verdiler.
Birleşmiş Milletler askerleri bu kahraman insanları selamlayarak “Good Luck” (bahtınız açık olsun) diyerek zırhlı araçlarına binerek uzaklaştılar.
Durumu Ankara’ya bildiriyoruz. Yarına zor dayanırız. Gelmezlerse Erenköy çökecektir.
Bazı gençler ağlıyor. Korkudan değil. Anavatan’ın bu kadar lakayt kalışına ağlıyorlar.
– “8 aydır bu yerleri müdafaa ettik, Türkiye gelecek, geldiğinde çıkacağı, yaslanacağı bir yer bulsun diye, meğer boşunaymış” diyorlar.
Bir Türk anası;
– “9 çocuğum var. 5’i kız. Rumlara bırakmam onları, denize götürüp boğacağım” diyor.
Hıçkırıyor. Kadını kollarından tutup sarsıyorum.
Telsiz başında, kan ter içinde telsizci çalışıyor, dinliyor.
Cevap yok.
Bunu etrafa duyurmamak için gayret sarf ediyoruz.
Bir mesaj daha; bir tane de ben gönderiyorum:
– “ Saldırı bütün şiddeti ile devam etmektedir. Rumlar kesin sonuç almak kararındadırlar. Yarın sabaha kadar direnebiliriz. Yardımımıza gelemezseniz, bunu engelleyen büyük milli bir neden olduğuna inanarak öleceğiz. Vatan sağolsun… “
Birdenbire telsizci canlanıyor. Gözlerinde bir pırıltı var. Yazıyor ve okuyor:
– “Hava Kuvvetleri hareket emrini aldı, keşif uçuşuna geliyorlar…”
Telefona sarılıyoruz. Mevzilere müjdeyi veriyoruz. Ne büyük müjde.
Yorgun değiliz artık. Yalnız ve unutulmuş da değiliz. Uçakları bekliyoruz.
Uzaktan bir şeyler görülüyor.
– “Uçaklar” diye fırlıyoruz.
Gelenler uçaklar değil Turnalar…
– “Ebabülbül ordusu yerine, Turna ordusu geliyor” diye şakalaşıyoruz da.
Ömer Sami Coşar üzüntü komasından çıkmış gibi. Fotoğraf çekiyor:
– “Bu iş oldu artık”.
Gözlerimiz Anadolu’ya yönelmiş…
Saat 17’00’de uçaklar geliyor. Dağlar inliyor. Sevinçten ağlayanlar, birbirlerine sarılanlar, havaya ateş edenler var… Kurtuluş bayramı… Türk kartallarının gölgesinde yeni bir hayata kavuşan binlerce insan Tanrısına şükrediyor.
Uçaklar bizi selamlayıp uzaklaşıyor.
Rumlar kat’i neticeyi alacaklar…. Ateş şiddetleniyor…

9 Ağustos 1964:

Sabahleyin Rumların hücumu yine şiddetleniyor. Epeyi bekledikten sonra Türk uçakları yine geliyor.
Sevinç içindeyiz. Gelen uçakların 64 olduğunu bilsek!…
Hâlâ, son Türk direniş noktasına akın akın gelen Rum kuvvetleri Pomo, Paşiammo, Limni, Poli, Piyenya, Alevkaya, Süleymaniye, Mansur ve Erenköy dolaylarında devamlı surette takip edilerek ateş altında bırakıldılar.
Gençler, Rumlara geçen mevzileri almayı düşünüyorlar.
Tehlikeli…. Hepsi o kadar yorgun ve bitkin ki. Yeni Komutan
– “Boşu boşuna can kaybı istemiyorum” diyor.
Haklı….
Türk uçakları ayrıldıktan bir süre sonra göklerde yine uçaklar beliriyor. Herkes açığa çıkmış, tezahürat yapıyor.
– “Saklanın” diye bağırıyorum, dinleyen yok.
Yunan uçakları saldırıyor ve halkı mitralyöz ateşine tutuyor. 3 şehit, 8 yaralı veriyoruz. Şehitlerden bir tanesi benim yanımda, yaralılardan biri benim ayaklarımın dibinde,.. Ölümün nasıl geldiğini, insanları nasıl biçtiğini yakından görüyoruz.
İsveçliler yine meydanda. Yaralıları alıyorlar., Köy kadınları köyü yine terk etmiyor. Herkes
– “Türkiye bu işe, bu şeklide girdikten sonra canımız helal olsun” diyor.
Ankara’dan haber;
– “Personel ve malzeme geliyor.”
Daha önce sabahlara kadar iki gece beklemiştik. Seviniyoruz. Haberi yayıyoruz.
Nihayet geldiler, gidip bakıyoruz.
Gelenler dört gün eğitim görmüş olan 40 üniversiteli genç.
Tepemiz atıyor. Bu mahkum bölgeye bu çocukları göndermeye kimin hakkı vardır?
Durumun vahametini demek anlamamışlar.
Bizimle birlikte olan Ömer Sami Coşar elindeki silahı yere vurup, lanetler yağdırarak dağlara çıkıyor. Rıza Vuruşkan yanıma gelip;
– “Ankara bu işten hiçbir şey anlamış değildir. Ya sen, ya Ömer Coşar gidip anlatmalısınız” der.
Ve çıkıyoruz Ömer Sami Coşar’ı aramaya. Ama yok… Onu bulamıyoruz. Adam kızgınlıkla dağların yolunu tutup gitmiş.
Üniversiteli gençleri ve malzemeleri getiren gemi hareket etmek üzeredir. Rıza Vuruşkan;
– “Denktaş Bey, sen gideceksin” der.
Bunun üzerine silahımı Vuruşkan’a teslim ettim. Ankara’ya gidip tekmil vermek için Erenköy’den ayrılıyorum…

10 Ağustos 1964:

Ankara’ya doğru yolculuğum devam ediyor. Aklım, yüreğim Erenköy’de kaldı… Bizimkiler şimdi ne yapıyor?
Ateşkes antlaşması imzalanmış…Şükür!!

GENÇLERE ÖĞRETİLMELİ

Sonrası biliniyor.
Denktaş Ankara’da Başbakan İsmet İnönü ile görüşür, bölgeye Türk askerinin çıkarılmasının şart olduğunu anlatır. Ama, İnönü “artık ateşkes sağlandı, Rumlar saldırmaya cesaret edemez” diyerek asker çıkarmaya gerek olmadığını belirtir.
27 Ocak 1966’da ise üniversiteli mücahitler öğrenimlerine devam etmeleri için geri çekilir. BM Barış Gücü eşliğinde otobüslerle Gemikonağı’na giden gençler, Türkiye’den gelen gemilerle Anavatana dönerler…
20 arkadaşları eksiktir.
Onlar, savaştıkları ve uğrunda can verdikleri vatan toprağında, Şehitlikte, kanları ile suladıkları toprakları sonsuza dek beklemek için göreve devam ediyorlar..
Şehitlerimizden biri olan ve Rumların hazırladığı bir bubi tuzağının patlaması ile şehit olan Süleyman Uluçamgil’in şu dizeleri bugün de geçerli olan çok güçlü mesajıyla ölümsüzdür:

“İnanıyorum bir tek vatana
Yüreklere değgin dibelikten
Ne çıkar aramızda Akdeniz varsa
Ne fark var aramızda
Hep ayın sınırlarda sıvanmışız
Kimimiz ‘ölürken’ diyoruz
Kimimiz ‘ölürkana’.
(Bütün Eserleri,1989,s. 79)

Açlığa, sefalete, yokluklara karşın teslim olmayı asla düşünmeyen ve 11 yıl boyunca direnişi sürdüren Dillirga Türk köylerinin kahraman Halkına, ENOSİS’İ önlemek ve özgür bir vatan için seve seve ölüme koşan 600 üniversiteli gencimize selam olsun
Tüm şehitlerimizi ve aramızdan ayrılan Mukavemetçileri rahmetle, Gazilerimizi minnetle anıyorum.
Bu direniş destanını her gencimize öğretmek Milli Eğitim Bakanlığının aslı görevidir.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -spot_imgspot_imgspot_imgspot_img

Most Popular

Recent Comments