Kuzey Kıbrıs’ın en doğu uç noktası olan Karpaz yarımadası Zafer Burnu, tarih boyunca Müslümanlar ve Hristiyanlar tarafından her daim kutsal olarak kabul edilegelmiş ve ziyaret edilmiştir.
Çünkü yarımada uzantısı hristiyanlar için Kutsal Kudüs topraklarına, Müslümanlar içinse Kudüs ve Mekke’ye adadaki en yakın nokta kabul edilir ve öyledir.
Aynı zamanda oraya çok sonradan yapılan Apostolos Andreas Manastırı’nın yanı sıra İslam akıncılarının Rumlar tarafından sistematik olarak yok edilen türbelerinin yetleri de vardı.
Bundan 15 yıl evvel, adını hatırlamadığım Avtepeli 90 yaşındaki Karpazlı yaşlı dede Zafer Burnun’daki türbelere yapılan ziyaretlerin canlı tanığı olarak bana uzun uzun anılarını anlatmıştı.
Kıbrıs’ta, Önce Osmanlı ve sonra İngiliz döneminde de devam eden sürre alayı kültüründen bahsetmişti.
Yani, hac vazifesi için Mekke yolculuğuna gitme fırsatı olmayan Kıbrıslı Türk Haci adaylarının. Binek hayvanlarıyla Karpaz Zafer burnundaki İslam şehitlerinin türbelerini ziyaret etmesinin kutsal yolculuğundan söz etmişti.
Tüm dünya müslümanlarının hacı olmak için Mekke’ye yol almaya başlamaları Recep ayının 12’sinde başladığında Kıbrıslı Türk Hacı adayları ise en azından bu zorlu Karpaz yolculuğu ile yetinirlermiş.
Otomobilin olmadığı zamanlarda varlıklı olan müslüman ağalar ve aile eşrafı deve katarlarıyla Baf ve köylerinden, Limasol, Poli, Lefke ve Lefkoşa’dan adanın her yerinden kafileler yola çıkarmış.
Çeşitli köylerde konaklaya dura Zafer Burnu islam şehitlerinin türbelerini ziyaret etmek için günlerce yol alırlar.
Yol güzergahında kendilerinden sadaka veya maddi yardım isteyen müslüman ve hristiyan fakirlere yardım edip dua aldıkları bu kutsal yolculuk bir hafta sürermiş.
Develer, at arabaları ve eşeklerle yapılan bu “Sürre Alayı” yolculuğunun güzergahı belli olduğundan. Kafilenin geçeceği yol üzerine meyve/sebze satıcıları, testi gibi toprak eşya satıcıları. Mevsimine göre hurma, üzüm/harnup veya pekmezi, çakı/bıçak satışı yapan Rum veya Türk satıcılar basit galifler altında süre alay katarının yolunu gözlermiş.
Bu yolculuk yazın yapılıyorsa genelde açık havada konaklayarak gün doğumunu beklerler. Eğer kış ise çadırlarda, camilerde veya köyün ileri gelen varlıklı ailelerin evlerinde konaklayarak yolculuklarına devam ederlermiş.
Zafer Burnuna değin süren yolculuğun sonunda bugün yerinde manastır Kilisesinin olduğu alanda veya manastır odalarında günlerce konaklar. Adaklar yerine getirilir, kurbanlar kesilir, bölgeye toplanan fakir Rum Türk ahalisine dağıtılır, mevlitler okutulur ve kendilerince yaptıkları bu iç yolculuk ritüeli ile gerçek hac yolculuğuna çıkmak için dualar edilirmiş.
1939 doğumlu Günay Yıldıztepe, çocukluğunda, 40’lı yıllarda ziyaret ettiği Zafer burnundaki türbeler ritüelini şöyle anlatır:
“Çocukluğumuzda Apostolos Andreas Manastırı Kilisesi’nin arkasındaki sahabe türbelerini ziyarete giderdik.
Orada, adağı olan kurbanını keser, türbelere mumlar yakılır, Kuran ve Mevlit okunurdu. 1974 Barış Harekatın’dan yıllar sonra kızımla yine orya gittik. Aradık taradık türbeler yok.
Orada Rum görevli Rahibe’ye türbelerin akıbetini sorduk. Ben 8 yaşında çocukken burada türbe vardı, ne oldu da şimdi yok, dedim.
Rum rahibe “Ben 30 yıldır bu manastırdayım, burada müslüman Türbesi görmedim” der.
Fakat Rahibeye inanmazlar ve kontrplaklarla örtülmüş bölümü bulup içleri girdiklerinde yeşil örtüler altındaki türbeleri bulurlar.
Ve yıllar sonra yine oradadırlar.
1997-2002 yılları arası Dışişleri Bakanlığı yapmış İsmail Cem ve ekibi de ziyaret için oradadır.
Günay teyze fırsat bu fırsat oradaki Türkiyeli gazetecilere Osmanlı döneminden kalma müslüman akıncı şehitlerinin türbelerinden bahsedince tüm basın görüntü almak üzere içeri girer.
Rahibe ve papazların girişini yasakladığı yerlere giren bir gazeteci, gizli türbelerin bulunduğu bölümü görüntülemeyi başarır ve kamerasıyla kayıttayken “Bu türbeler hep osmanlı eseri” demiştir.
Fakat ne olup nasıl okduysa onlarca gazetecinin şahit olduğu bu haber hiçbir gazete ve televizyonda haber konusu edilmez. Çekilen fotoğraf ve görüntüler yayınlanmaz.
Ne acıdır ki, bu gerçeği bilmeme rağmen, hem Türkiye’de hem de KKTC’de oldukça derin seküler bir dönemden geçtiğimiz için ben bile bu konuda üstünkörü bir yazı yazıp geçiştirmiştim.
Tarih Öğretmeni Birol Pakalınlar hanımefendi Manastır ve Kilise hakkında bakın ne demiş.
“Orda zaten mescit vardı.
24 islâm Akınları sırasında orada şehit olan sahabe URVE BİN SABİT’in mezarı Rumlarca sistematik olarak yok edilerek Apostolos A. manastırı çok sonra yapıldı.
Ayrıca yine 24 İslâm akınında Seyd el Ahmet, Hz. İlyas, Hz. Ali Mustafa ve Hacı Aziz orada şehit olmuşlar, oraya türbeleri yapılmış ve yıllarca Türk ve Müslümanlar orayı ziyaret etmişler ve şifa bulmuşlardır.
Orada varolan klise, çok sonraları, orda varolan kutsal türbelerimiz sistematik olarak yok edilerek yapıldı.
Bunu ben demiyorum, orayı o dönemlerde ziyaret eden yabancı ve yerli yazarlar diyor.
Yukarıda bahsettiğim bu tekke ve türbeler, eski tapu kayıtlarımızda bile var. Bu konuda İbrahim Benter ve Tuncer Bağışkan beyin bilgilerine de başvurulabilir.
Apostolos Andreas nasıl yapıldığı konusunda da rivayet şöyledir:
Antalyalı Maria’nın oğlu kaybolur.
Kıbrıstaki bu sözünü ettiğimiz türbeleri ziyaret eder, adak adar ve oğlu Panteli’yi bulur.
Türbeler zamanla yok edilerek, Hacı İkonamu’nun (MARİA) rüyasında görmüş olduğu bahanesiyle oraya Apostolos Andreas Manastırı yapılır.
Ve Başpiskopos Sofronios, Osmanlı zamanında 44 maddelik haklarla donatılan Sofronios tarafından ziyaret edilerek orada panayır gerçekleştirilir ve bu gelenekselleştirilir.
Tarih: 1904’tür.
Yani zamanla Rumlar bu kutsiyet mülkiyetini sahiplenir.
Bugün, Kıbrıs Evkaf müdürlüğü manastır odalarından birini mescit yapmak ister. Vay efendim sen misin bunu isteyen! Ver yansın etmez mi bizim sözde hümanistler.
Ne var bunda? Alın size dinlerin kardeşliği açısından simgesel bir duruş. Dilerlerse onlar da Hala Sultan Tekke’sine bir şapel inşaa etsinler.
Dinlerin kardeşliği çok önemli bir konu. Bunu simgeleyen nesnel durum ise Cami ve Kilisenin yan yana omuz omuza görülmesi değil midir?
Kıbrıs köylerinin hepsinde, Cami ve Kilise Kardeşçe yan yana değil mi zaten.
Kıbrıs köylerini gezip belgelerken mutlaka camii ike kiliseyi beraber göreceğimiz noktalardan kayıt aldık hep, sırf dinler kardeşliğini pekleştirmek için.
Velhasılı kelam, toprak mülkü de, Kilise de, Cami de Tanrı’nın dünyevi eviyse eğer, şapel ve mescitlere neden derhal “zinhar isdemezük” cıngarcılığı yapılır ki?
Hele dinler barışı yapılsın, Cami/Kilise ve Şapel ile mescit yan yana bir gelsin.
Sonra sıra biz insanlara gelsin!
Hade oyanı yaou Allasen işiniz gücünüz panayırcı şamatacılığı.
Ezanda kulağı yok, mescide lafı çok, demezler mi adama?