Rant hırsı uğruna olabilecek en korkunç ahlaksızlık, sahtekarlık ve kötülükle insanlığın, insan evlatlarının, can parçalarının katledildiği yerdir, İsias!
İnsan evlatlarını katlederken geride kalanları sonsuz, tarifsiz bir azap içinde yaşayan ölüye döndüren, katledilen sevdiklerine kavuşmak için ölümü özleten felaket abidesidir, İsias!
Kıbrıs Türk tarihinde 74’de kudurmuş Rum katillerin yaptığı Atlılar, Muratağa ve Sandallar katliamlarından sonraki en büyük felakettir, İsias!
Birinde evlatlarımızı, insanlarımızı katledenler gözüne rant hırsı bürümüş, ahlaksızlıkta, sahtekarlıkta, vicdansızlıkta, cehalette sınır tanımayan, kanun, kural, yasa, adalet, bilim tanımamazlılığı yaşam tarzı haline getiren, Tanrı korkusu olmayan, günah korkusu olmayan, gözü hırstan dönmüş, kararmış katillerdi…
Diğerinde evlatlarımızı katledenler Türk düşmanlığından gözü dönmüş, vicdan, insanlık nedir bilmeyen, insanlığın yüzkarası mahlukatlar, elleri, ruhları kanlı katillerdi…
Ortak noktalarına baktığınızda, tek farkları var, bir taraf evlatlarımızı silahla bile isteye katletti, ötekiler de göz göre göre, bile bile yarattıkları ahlaksızlık, sahtekarlık, felaket abidesinde ezim ezim etti…
Katiller çetesi İsias denen felaket abidesinde, felaket ucubesinde, felaketi göz göre göre, bile bile, sırf kokuşmuş bir rant hırsı uğruna, adım adım getirdiler…
Önce,yıllarca atıl kalmış, erimiş, çürümüş, belediye tarafından mecburen mühürlenmiş, derhal yıkılması gereken ucubenin mührünü kırdılar…
Sonra, aile apartmanı olarak dereden, oradan buradan buldukları en adi ve ucuz malzemeyle inşaatını başlattıkları ve yarım bıraktıkları ucubenin projesini yıllar sonra binbir sahtekarlıkla otele çevirdiler, çürük binayı hemen yıkacaklarına, otel yapacaklar diye ellerinden gelen sahtekarlığı yaptılar…
Malzemeden çalarak peksimetten daha dayanıksız, inşaat mühendisliğinin hiçbir şartına ve yasal zorunluluklara uymadan, en ufak bir dış etkende anında kopacak, tuzla buz olacak kolonlar, kirişler, duvarlar yaptılar…
Yetmedi, gözlerine o kadar rant hırsı bürümüştü ki, cehaletleri o kadar tavan yapmıştı ki, İsias denen ucubenin yıkıldığı tarafa doğru binanın zemin katında en az üç kolon keserek araba parkı için yer açtılar, ana kapının girişindeki iki kolonu sırf dekor yapmak için kestiler, lobide yer açıp asma kat yapmak için en az iki kolon kestiler…
Otel odasına çevirdikleri odalardaki su ve atık tesisatları için kolonları, kirişleri delik deşik ettiler…
Kaçak asansör yapmak için çürük binanın ortasından omurgasını söküp çıkardılar, kaçak asansör yaptılar…
Kaçak kat çıkarak ve ucubenin nasıl bir sahtekarlıkla yaratıldığını kamufle etmek için dıştan giydirme yaparak, zaten kendiliğinden yıkılacak durumda olan ucubeye en az bin ton fazladan ağırlık bindirdiler…
Beton niyetine kullandıkları ne idüğü belirsiz alaşım, ki yapımda yer alan usta bozuntusunun ifadesine göre şehir yakınındaki bir dereden getirilmişti, o kadar adice yapılmıştı ki, ucube yıkıldığında koca yapı en ufak bir nefes aralığı bırakmayan tam bir kum, moloz yığınına döndü, tuz buz oldu, hiç kimseye nefes alabilecek en ufak bir açıklık, kıpırdayacak bir milimlik alan bırakmadı, kurtulan birkaç kişi de tamamen şans eseri kurtuldu, muhtemelen katledilenlerin hesabını sorabilmek için Tanrı’nın yardımıyla kurtuldular…
Hiçbir bina bu kadar kötü yapılamazdı…En kötüsünü, en sahtekarcasını, en adisini yaratmak için ellerinden geleni yaptılar ve felaketi elbirliğiyle yarattılar.
Deprem Kahramanmaraş’ta başladığında şiddeti 7,7 idi, ancak şok dalgaları deprem merkezine en az 100 kilometre uzaktaki Adıyaman’a ulaştığında depremin şiddeti çoktan 7’nin altına düşmüştü ve muhtemelen de 6 cıvarındaydı veya biraz üstündeydi…
Bunu nerden mi biliyoruz, bilimsel gerçeklerden biliyoruz, doğrudan depreme maruz kalıp da yaşadıklarımızdan biliyoruz, hiçbir deprem sarsıntısı merkezine uzak noktalarda merkezinde hissedildiği gibi hissedilmez, merkezinde olan şiddette olmaz, merkezden uzaklaştıkça sarsıntının etkisi azalır…
Merkeze kuş uçuşu 100 kilometreden daha uzun bir mesafede olan Adıyaman’da, adına İsias dedikleri ahlaksızlık ve katliam abidesi, deprem dalgaları daha Adıyaman’a ulaşır ulaşmaz, daha ilk sarsıntı hissedilir hissedilmez, eni topu birkaç saniyede tuzla buz oldu…
İsias denen ahlaksızlık ve katliam abidesi tuz buz olurken çevresindeki daha eski binaların hemen hepsi de sapasağlam ayaktaydı, çoğunda en ufak bir çatlak bile yoktu.
Yıkılanlar sadece ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla yaratılan ucubelerdi.
Kıbrıs’ta 6,8’lik depremi yaşadığımızda bina içinde kısılmıştık ve kendimizi zar zor dışarı atmıştık, değil saniyelerce, en az bir dakika şiddetle sarsılmış, dakikalarca da artçı sarsıntılara maruz kalmıştık, elektrik direkleri ve ağaçlar bile eğrilip bükülüyordu, birbirine çarpan kablolar ateş saçıyordu, sarsıntı süresi uzayınca her an binaların yıkılmasını bekledik, buna rağmen çok eski binalar dahil, tek bir bina bile yıkılmamış, nerdeyse tek bir duvar çatlamamış, çatılardan tek bir tuğla düşmemiş, tek bir can kaybına uğramamıştık…
Çünkü yapılan binaların tümü, en eskileri bile, akılla, bilimle, vicdanla, ahlakla, kanunla, kuralla, insanoğlu içinde güvenle yaşayabilsin diye yapılmıştı…
Benim yaşadığım seksen senelik evin kolonlarını, kirişlerini bırakın yıkmayı, en güçlü matkapla bile delmekte zorlanırsınız, hatta delemezsiniz…
Türkiye doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine doğru uzanan fay hatlarıyla, yeryüzü oluştuğundan beri bir deprem ülkesidir ve tarihin bilinen en büyük ve en fazla can kaybına sebep olan birkaç depreminin üçte ikisi bu topraklarda olmuştur.
Yine olacağı biline biline, göz göre göre, her türlü yasa, kural, ahlak, vicdan katledilerek, İsias ve İsias gibi ucubeler yaratılmış, gelmiş geçmiş devleti yönetenler ve yerel yönetimler de, depreme dayanıklı inşaatlar konusunda kanunlar ve kurallar olmasına rağmen, bu tarifsiz kötülüğe ortak olmuşlardır, göz göre göre kanunların, kuralların ihlaline göz yummuşlardır.
Kanunla, kuralla, vicdanla, bilimle, ahlakla yaratılan binalar ayakta kalırken, her türlü sahtekarlık, ahlaksızlık ve kötülükle yapılan bina ucubeleri ise anında yerle bir olmuş, değil öyle elli bin filan, Allah bilir kaç yüz bin insanımızı katletmiştir…
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının açıklamalarına göre depremden etkilenen 11 şehirde 872 bin bağımsız bölümden oluşan 311 bin bina kullanılamaz hale gelmiş!
İçişleri Bakanının açıklamasına göre de tamamen yıkılmış yaklaşık 40 bin binanın sadece 26 bininde hayat belirtisi bulunabilmiş, bir diğer deyişle, 14 bininden kimse canlı çıkamamış!
Yıkılan binaların hemen tümü apartman ve bunlar felaketin boyutunu gösteren resmi rakamlar!
Bunların tümü de İsias gibi tarifsiz bir sahtekarlık ve kötülükle yaratılan bina ucubeleriydi ve insanlar içlerine evleri diye girerken, birkaç saniyede tuzla buz olarak, mezarlarına dönüştüler…
Elbette, kendilerine “nüfuzlu Bozkurtlar” diyen, sebep oldukları felaket bütün çıplaklığı ve gerçekliğiyle ortada dururken suçu depreme atan sahtekar, vicdansız, ahlaksız katiller çetesi bu felaketi tek başlarına yaratmadılar…
Özellikle belediyede denetlemeden, izinlendirmeden sorumlu ahlaksız, vicdansız, sahtekar suç ortaklarıyla el birliği içinde, göz göre göre, bile bile, tarifsiz bir cehaletle, tarifsiz bir rant hırsıyla, tarifsiz bir ahlaksızlık ve sahtekarlıkla yarattılar ve felaketi göz göre göre, bile bile getirdiler…
Sadece mal sahibi katiller değil, kamudaki suç ortağı katiller de bu felaketten aynı derecede sorumludurlar…
Kamudaki katiller çetesi görevlerini yasalar çerçevesinde yapsalardı, bu felaket ve diğer felaketler ta en başından engellenirdi…
Daha önceki depremlerde adalet sistemi de gerek bina yapımlarından sorumlu, gerekse kamuda denetlemeden sorumlu olup da görevini yapmayan, sorumluluğunu yerine getirmeyen katiller sürüsüne hak ettikleri cezaları verseydi, canlarına okusaydı, adalet yoluyla sorulan hesaplar ve kesilen cezalar katillerde caydırıcı bir etki yapacaktı, ama olmadı!
Binlerce, belki de onbinlerce ahlaksız katil sebep oldukları felaketlerden paçayı sıyırdılar, sadece birkaç kişiye ödül gibi cezalar verildi, sonra da sokağa salındılar ve arkasından da insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri daha ülkemizi, insanlarımızı, can parçalarımızı vurdu, ezdi, geçti…
Bu felaketin nasıl bir sorumsuzlukla, ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla yaratıldığı ayan beyan ortadayken, hala insani adaletin yerine gelmesini bekliyoruz, katiller çetesi hala aklımızla alay ediyorlar, adalet sistemi hala o rapor olmadı bu rapor olsun, bu rapor olmadı öteki olsun diyerek cezayı geciktiriyor, bu süreçte ise sadece insanlık değil, bilim de katlediliyor!
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin hazırladığı rapora katiller çetesi itiraz etti, bu sefer Gazi Üniversitesi bir rapor hazırladı, o da yüzüne gözüne bulaştırdı, tam anlamıyla ısmarlama bir rapor olduğu her halinden belli olan rapor ucubesinde raporu yazanlar kendi açıkladıkları gerçeklerle ters düştü, üstüne üstlük, kamuda denetlemeden sorumlu olan katilleri aklamaya çalıştılar, bilimi katlettiler, adaleti de katletmeye çalıştılar, çuvalladılar…
Şimdi sıra, 9 Eylül’den gelecek raporda, ki onlar da bula bula gidip zemini, bina müsveddesinin dibini, bodrum katını kazıyarak numune topladılar…
Normal şartlarda bu numunelerin bilimsel anlamda hiçbir geçerliliği ve değeri yoktur, bunlara dayanılarak bilimsel gerçekleri tam olarak kanıtlayan bir rapor hazırlanamaz, çünkü yıkılan bodrum filan değil, zeminden itibaren tüm üst katlardı, esas numuneler oralara ait kısımlardan alınmalıydı, ama onların enkazı da çoktan kaldırılıp atıldı, ki atılmamalıydı, dava sonuçlanana kadar delil olarak olduğu yerde bırakılmalıydı…
Ancak yıkılan kısımlardan gerek KKTC’den giden ekiplerdeki mühendisler ve bilim adamları, gerek Adıyaman savcılığı, gerekse KTÜ mühendisleri gerekli numuneleri aldılar ve bilimsel gerçekler bu numunelerdedir, dikkate alınması gereken de bu numunelerdir…
Adalet sistemi katiller sürüsüne verebileceği en ağır cezayı verse bile, ki tereddütsüz vermelidir, kaybettiğimiz can parçalarımızın geriye gelmeyeceğini biliyoruz…
Katillere verilebilecek en ağır cezalar verildiğinde tek tesellimiz şu olacaktır; sırf rant hırsıyla kudurdukları için bu tarifsiz felaketi ve kötülüğü yaratan katiller sürüsünün alacağı cezaların ibretlik olması durumunda, diğer ahlaksız, sahtekar rant ve çıkar odakları insan evlatlarının canını alacak, tehlikeye atacak bir sahtekarlığa kalkışacaklarında, duraklayacaklar, değil bir defa, bin defa düşünmek zorunda kalacaklar…
Ancak bu şekilde adalet sistemi en azından Türkiye’de insanlığı kurtarmak için kesin ve somut bir adım atmış olacak…
Kendimi bildim bileli, Türkiye’yi, milleti yıkıp geçen en az 5 büyük deprem gördüm, hepsinde de çaresizce denizin ötesine baktık, Allah yardımcıları olsun dedik…
Türkiye’de fazla yıkıcı olmayan ama fena halde ürkütücü, korkutucu olan bir tanesine bir gece vakti, ameliyat masasından çıkıp, hasta yatağında ağrılar, serumlar ve sondalar içinde kıpırdayamadan yatırken yakalandım…Kata bakan tek hemşire çaresizlik içinde odaya dalarak, hala kulaklarımda çınlayan sesiyle “Aman Allahım ben şimdi ne yapacağım” diye feryat ederken kendisine tek söyleyebildiğim “Çabuk kaç ve kendini kurtar, hiçbir şey yapamazsın, bina yıkılırsa içerde kaç kişi olduğunu söyle…” oldu…
Bütün ısrarıma ve tekrar tekrar uyarmama rağmen kaçmadı, “Yapamam, sizi bırakamam” dedi, deprem durana kadar yanımızdan ayrılmadı…
Bu arada, ilginç olan şey, bina hallaç pamuğu gibi sallanırken, yataklar beşik gibi sallanırken ve her taraftan gürültüler gelirken, odalarda yatan çoğu hasta ve refakatçileri sarsıntının farkına bile varmadılar, uyanan tek hasta da karşı odada benim bağırmama uyanan hasta oldu, az ilerde kanepede yatan kayınpederim bile uyanamadı, işte ölüm de, maalesef ki, böyle derin uyku anlarında geliyor…
Jeolojik yapısı gereği, deprem Türkiye’nin kaçınılmaz bir gerçeği…
Ancak depremden dolayı yaşanan felaketler, katliamlar, acılar, kader değildir, tamamen ahlaksızlığın, sahtekarlığın, vicdansızlığın, Allahsızlığın, kitapsızlığın, kanunsuzluğun, sorumsuzluğun neticesidir…
Bu tarifsiz kötülük ve rant çemberini kıracak olan, kötülükleri durduracak olan yegane insani güç de adaletin ta kendisidir!
Alpargün adlı katliam ucubesini İsias gibi tarifsiz bir sahtekarlıkla, ahlaksızlıka yaratan ve 96 masum insanın katliamına sebep olan Hasan Alpargün, sebep olduğu katliam için “mukadderat” demiş, suçu Tanrı’ya atmıştı…
Katledilen can parçaları geri gelmeyecek olsa da, en azından adalet bu ahlaksızlık abidesine sebep olduğu kötülüğün bedelini ödettirdi, hiçbir şekilde yeterli olmasa da, gidenler geri gelmeyecek olsa da, hak ettiği bir cezayı verdi, ömür boyu dört duvar arasında çürüyecek…
Bu karar, vicdanlarda bir umut doğurdu, Türkiye adalet tarihine bir ilk olarak geçti ve emsal oluşturdu, bundan böyle bina diye binbir sahtekarlıkla katliam ucubeleri yapacak olanlar ayaklarını denk alacaklardır…
Şimdi sıra İsias felaketini yaratanların hak ettiği cezaları almalarında…
Ucubeyi el birliğiyle yarattılar, rantını el birliğiyle yediler, yaptıkları kötülüğün cezasını da insani adalet ve vicdanlar önünde el birliğiyle çekmeliler ki bir daha hiçbir ahlaksız, hiçbir sahtekar, bunların yaptığı kötülüğü yapmaya cesaret edemesin, başka insan evlatları ahlaksızların, sahtekarların rantı uğruna katledilmesin, analar babalar evlatlarının acısıyla ölümü özler hale gelmesin, kimse evlat acısıyla, sevdiklerinin acısıyla azaplarda yanmasın…