ABD ve İran arasındaki gerilim, Tahran’ın nükleer programı üzerinden yıllardır devam ediyor. 2015 yılında eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde imzalanan anlaşmanın Donald Trump’ın birinci döneminde tek taraflı olarak geçersiz sayılmasından bu yana ise kayda değer bir gelişme yaşanmadı.
Joe Biden döneminde durgun bir seyreden ABD-İran ilişkileri, Trump’ın ikinci defa Beyaz Saray’a gelmesiyle hızla önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Ortadoğu’da özellikle İsrail’in oluşturduğu istikrarsızlık da düşünülürse nükleer müzakereler konusu bölgede suları daha da dalgalandırabilir. Peki, bölgeyi neler bekliyor?
Trump ne istiyor?
Trump’ın en temel isteği, İran’ın nükleer programının tamamen durdurulması ya da en azından sıkı bir şekilde sınırlandırılması. Trump, 2018’de ABD’nin İran ile imzaladığı Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (JCPOA) tek taraflı olarak çekildi. Bu anlaşma, İran’ın nükleer programını uzun vadeli olarak kısıtlamayı amaçlıyordu ve uluslararası denetimlere tabi kılıyordu. Trump, bu anlaşmanın yetersiz olduğunu ve İran’a çok fazla esneklik tanıdığını savundu. Ayrıca, İran’ın anlaşma sonrası verdiği taahhütlere uymadığına dair endişeleri vurguladı.
Trump’ın hedefi, İran’a nükleer silah geliştirme kapasitesine ulaşmamasını sağlamak. Bunun için Trump, İran’a yönelik yaptırımları son derece sertleştirerek, ekonomik baskıyı artırmayı ve İran yönetiminin tavizler vermeye zorlanmasını amaçlıyor.
Öte yandan Trump’ın istediği bir diğer temel şey de bölgede İran’ın stratejik etkinliğini sınırlamak. Trump, İran’ın Ortadoğu’daki askeri müdahalelerini, özellikle Lübnan, Yemen ve Irak’taki varlığını sona erdirmeyi hedefliyor. Trump, İran’ın bu etkisini, bölgedeki istikrarı tehdit eden bir unsur olarak görüyor.
Trump’ın İran politikası: Azami baskı stratejisi
Trump birinci başkanlık döneminde “Azami Baskı” politikasıyla İran’ı ekonomik ve diplomatik olarak izole etmeyi hedefledi. Yaptırım uygulamayı, İran’ın nükleer programını durdurmaya ve bölgesel müdahalelerini sona erdirmeye zorlamak için en etkili yol olarak gördü.
Bu strateji çerçevesinde, İran’a yönelik petrol ihracatı yasağı, finansal yaptırımlar ve diğer ekonomik engeller uygulandı. Trump, bu baskıların İran hükümetini masaya oturmaya zorlayacağını ve nihayetinde daha iyi bir anlaşmanın ortaya çıkacağına inanıyordu. Trump’a göre, İran’a yönelik uygulanan bu sert yaptırımlar, ekonomik çöküşün eşiğine gelmiş olan Tahran yönetiminin müzakerelere dönmesini sağlayacaktı.
Donald Trump, 2024 seçimlerinde ikinci kez başkanlık görevine seçildiğinde, İran’a karşı politikasını daha da sertleştirdi ve önceden uyguladığı “Azami Baskı” stratejisini daha da derinleştirmeye karar verdi. Trump, ilk dönemde olduğu gibi, İran’ın nükleer programını ve bölgedeki etkisini kısıtlamayı, ulusal güvenlik için bir öncelik olarak belirledi.
Trump’ın ikinci dönemdeki İran politikasının en belirgin özelliklerinden biri, askeri müdahale ve çatışma ihtimalinin artmasıydı.
“Askeri seçenek masada”
Trump yönetiminin İran’a karşı politikası, askeri seçeneklerin masada olduğunu vurgulayan açıklamalarla bir başka şamaya geçti. Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz, ABD’nin “tüm seçenekleri değerlendirdiğini” ve askeri müdahale olasılığını açıkça dile getirdi.
Waltz, “İran’ın nükleer programına karşı harekete geçmek için herhangi bir seçeneği göz ardı etmiyoruz,” diyerek, gerilimin arttığını belirtti. Fox Business Network’e 7 Mart’ta röportaj veren Trump, İran lideri Ali Hamaney’e bir mektup gönderdiğini açıklamıştı.
“İran’ın nükleer silah geliştirmesine asla izin vermeyeceğiz. Eğer İran bu konuda direnirse, ABD’nin müdahalesi kaçınılmaz olacaktır,”
ABD Başkanı Donald Trump
Trump, “Onlara, ‘Umarım müzakere edersiniz çünkü askeri olarak girmemiz gerekirse bu korkunç bir şey olacak’ diyen bir mektup yazdım.” demişti.
Trump’ın İran’a gönderdiği mektupta ayrıca “Ya yeni bir nükleer anlaşma yapılacak ya da ABD’nin tepkisi çok daha güçlü olacak” ifadelerini kullanıldı.
Trump’ın bu açıklamaları, İran’a karşı sert bir tavır almasının ve diplomatik çözüm yerine askeri müdahale tehdidinin gündemde olduğunu gösteriyor. ABD, İran’ın nükleer silah edinmesinin yalnızca bölgeyi değil, küresel güvenliği de tehdit edeceğini vurguluyor.
Trump, bir yandan İran’ı masaya oturtmayı hedeflerken, diğer yandan askeri operasyonları da seçenekler arasında tutuyor. Bu yaklaşım, İran’ın tepkisini daha da güçlendiriyor ve bölgedeki gerginliği artırıyor.
Trump’ın bu açıklamaları, dünya çapında geniş yankı uyandırdı. Bazı analizlere göre, ABD Başkanı’nın bu sert tutumu, İran’ı daha da köşeye sıkıştırma stratejisinin bir parçası. Ancak, uzmanlar, Trump’ın bu tehditlerinin gerçek bir askeri müdahaleye dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda hemfikir değil.
İran ne düşüşüyor?
İran, Trump’ın taleplerini reddederek, 2015 yılında yapılan nükleer anlaşmaya geri dönülmesini istiyor. Trump’ın koyduğu ağır şartlar karşısında İCumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’nın sözcüsü, ABD’nin taleplerine karşı koyacaklarını ve İran’ın askeri seçeneklere hazır olduğunu duyurdu.
ABD Başkanı Donald Trump’ın tehditlerini değerlendiren Dini lider Ali Hamaney ise, “Amerikalılar, İran’a karşı tehditlerle hiçbir yere varamayacağını bilmelidir. Biz hiçbir zaman çatışmayı başlatan taraf olmadık ancak birileri başlatırsa ağır tokatlar yiyeceğini bilmelidir.” dedi.
İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırının bölgedeki diğer ülkelere, özellikle Suudi Arabistan ve İsrail’e büyük etkileri olacağı düşünülüyor.
Ülke ayrıca, Irak, Kuveyt, Bahreyn ve Katar gibi komşu devletlere ABD’nin olası askeri müdahalesine karşı “destek vermemeleri” uyarısında bulundu. İranlı bir yetkili, “ABD’nin operasyonlarına ev sahipliği yapmak, komşu ülkeler için felakete yol açar. Bu tür bir girişimin bedeli ağır olur,” diye uyarılarda bulundu.
Rusya’nın ara buluculuk çabaları
Rusya, ABD’nin askeri müdahale tehdidine karşı diplomatik çözüm önerileri sunarak, bölgedeki gerilimin artmaması için önemli bir rol üstleniyor. Kremlin, İran’ın nükleer programına dair tarafların doğrudan müzakerelere başlaması gerektiğini belirterek, bu sorunun yalnızca diplomatik yollarla çözülebileceğini savunuyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD ve İran arasındaki bu krizin küresel güvenlik için tehdit oluşturduğunu vurgulayarak, daha fazla diplomatik çaba gerektiğini söyledi.
Rusya, İran’a yönelik yaptırımların uluslararası hukuka aykırı olduğuna ve bu yaptırımların İran’ın nükleer silah geliştirmesini engellemeyeceğine dikkat çekti.
Lavrov’un açıklamaları, Moskova’nın bölgedeki etkisini artırmak için bir fırsat olarak görülebilir. Ayrıca, Rusya, ABD’nin İran’a karşı sertleşen tutumunu, Ortadoğu’daki barışı tehdit eden bir adım olarak değerlendirmekte.
Rusya, bölgedeki dengeyi sağlamaya çalışırken, Batı ile ilişkilerde gerilim yaşanabileceği ihtimaline karşı temkinli bir strateji izliyor. Bu noktada, Rusya’nın Ortadoğu’da İran’a verebileceği destek, gelecekteki diplomatik süreçlerde belirleyici olabilir.
İsrail sertlik istiyor
İsrail, İran’ın nükleer programı konusunda ABD’nin sert tutumunu destekliyor. İsrail hükümeti, İran’ın nükleer silah edinmesinin sadece Ortadoğu için değil, küresel güvenlik için büyük bir tehdit olduğunu vurguluyor. İsrail, İran’ın nükleer kapasitesini bir “kırmızı çizgi” olarak belirleyerek, bu konuda ABD’nin harekete geçmesini bekliyor.
İsrail’in Başbakanı Netanyahu da Trump’ın askeri müdahale tehdidini memnuniyetle karşıladığını belirtti ve İran’a karşı ABD’nin daha güçlü bir duruş sergilemesini savundu. İsrail, ABD’nin yalnızca ekonomik yaptırımlarla yetinmemesi gerektiğini, askeri seçeneklerin de gündeme alınması gerektiğini düşünüyor..
Bölge ülkelerinin tutumu: Temkinli ve dikkatli bir bekleyiş
Bölgedeki diğer ülkeler, ABD’nin İran’a yönelik askeri müdahale tehdidini dikkatle izliyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İran’a yönelik bir askeri müdahale konusunda temkinli bir tutum sergiliyor. Suudi Arabistan, daha önce İran ile diplomatik ilişkiler kurma yönünde bazı adımlar atmış olsa da, ABD’nin bu tür açıklamaları karşısında, bölgesel istikrarı korumaya yönelik temkinli bir yaklaşım izliyor. BAE de benzer şekilde, askeri müdahaleye karşı daha dikkatli bir strateji benimsemekte.
Irak ve Lübnan gibi İran’ın etkilerinin görüldüğü ülkeler, ABD’nin askeri müdahale tehdidini doğrudan bir saldırganlık olarak algılayarak, bu tür bir harekete karşı net bir duruş sergiliyor. Bu ülkeler, İran’ın ulusal güvenliğini savunmaya devam edeceğini belirtiyorlar.
Türkiye de ABD ve İran arasındaki gerginliği dikkatle izliyor. Türkiye, diplomatik çözüm ve diyalogdan yana olduğunu belirtiyor ve gerilimin tırmanmaması için her iki tarafla da iş birliği yapmayı öneriyor.