İnsanlık tarihinin gördüğü en vahşi ve yıkıcı savaş olan ve onlarca devletin katıldığı, yüz milyondan fazla insanın savaş ve etkilerinden dolayı doğrudan veya dolaylı olarak hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı beş yıl sürdü, ölenlerin üçte birine yakını çocuktu…
Bütün dünyayı kasıp kavuran, ama özünde Avrupa’yı yakıp yıkan Birinci Dünya Savaşı da dört yıl sürmüştü, onlarca milyon insan savaştan veya hastalıklardan ölmüştü, bu savaşta da milyonlarca çocuk savaş, sefalet ve hastalıklardan hayatını kaybetti…
Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan ve genelde BM, özelde ise NATO güçleriyle Irak ordusunun karşı karşıya geldiği Birinci Körfez Savaşı, esas olarak sadece ve sadece 2-4 saat arasında sürmüştü, NATO güçlerinin birleşmiş 40 bin kişilik özel kuvvetleri ikinci saatin sonunda Irak ordusunun belkemiğini kırmış, dördüncü saatin sonunda ise Irak ordusu tamamen yerle bir edilmişti, sonrası zaten teferruattı, alan temizliğiydi, ama bu süreçte sadece Irak askerleri değil, siviller de katledilmişti…
Bosna-Hersek savaşı 3,5 sene sürdü, üçte biri çocuk, tam 350 bin insanın ölümüne neden oldu, NATO güçlerinin Rusya destekli Sırp güçlerini ezmesiyle saatler içinde bitti, Camp David’de de taraflar 8 saatlik bir müzakere sonunda, isteksizce de olsa, bir anlaşmaya vardılar, daha doğrusu her iki taraf da masadan kaçmaya çalıştı ama enselerinden tutuldular, bir odaya kapatıldılar, zorla bir anlaşmaya vardırıldılar, odanın kapısından dışarı ancak imzaları attıktan sonra çıkabildiler…
Dünya tarihinin en uzun süreli politik sorunu ise, herhalde Kıbrıs sorunudur, tam 61 yıldır çözümsüzdür, 1974’den beri resmi statü iki taraf arasında ateşkesdir…
Başta yaratıcısı Amerikan emperyalizminin, sonra da Amerikan emperyalizmi ile aynı yolda gidenlerin uşağı, sonrasında Rusya’nın bile kullandığı PKK ve açılımlarıyla Türkiye’nin silahlı mücadelesi nerdeyse 45 yıldır sürüyor…
Dünya savaşları 4-5 yılda bitebiliyor, Körfez savaşları saatler içinde bitebiliyor, ama Kıbrıs sorunu, PKK belası ve vahşet sürecinin daniskası olan Arap Baharı’nın uzantısı olan, kabağı da Türkiye’nin başına patlayan Suriye sorunu bir türlü bitmiyor, daha doğrusu bitirilmiyor…
Daha sayısız örnek verebilirim, ama fazlasına gerek yok, birkaç örnek amacı ve süreci açıklamak için yeterlidir.
Üç sorun; Kıbrıs, PKK ve Suriye, üçünün de kabağı Türkiye’nin başına patlamış durumda.
Yelpazeyi biraz daha açarsak, her üç konu da maddi ve manevi olarak, hem doğrudan hem de dolaylı olarak, Türkiye’nin canına okuyor, ciğerini söküyor.
Türkiye’nin canına okurken, her üç sorun da kendi özelinde emperyalistlere ve maşalarına kusursuz şekilde hizmet ediyor.
PKK belasının varlık sebebi çok boyutludur; PKK’nın ve uzantılarının varlığı sürdüğü sürece silah tüccarları, uyuşturucu tüccarları, kara para aklayıcıları, kısacası “küçük balıkların” rantı devam eder…
Ancak bu belanın yaratıcıları ve duruma göre kullanıcıları emperyalist-kapitalist üst akıl aktörleri için rant çok daha büyüktür, sorunun yaratıldığı bölgede uzun vadede insan cesetleri üzerinde yükselen yüzlerce milyar, hatta trilyonlarca dolarlık hedefler vardır, bu yüzden de bu sorun bitmemektedir.
PKK’nın siyasi ayağına gelince, hem Türkiye düşmanları hem de Türkiye içindeki siyasi aktörler PKK faktörünü istedikleri gibi manipüle etmektedirler, özellikle seçimden seçime ve iktidar kavgalarında hayali senaryolarla rakiplerine çamur atmak için ahlaksızca bir koz olarak kullanmakta, öyle ki, yok olmasını ister gibi görünerek, varlığını sürdürmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Ayrıca, PKK’ya endekslenen Kürt sorunu da, tıpkı yüz sene önceki Ermeni sorunu gibi, temcir pilavı gibi, evrile çevrile Türkiye’nin önüne konmakta ve özellikle Avrupa Birliği yolunda bir takoz olarak önünde durmaktadır.
Kısacası, PKK tamamen Amerikan emperyalizminin icadı olmasına rağmen, ortaya çıktığı ilk andan itibaren geçen 45 yılda “kullanım alanı” farklı boyutlara evrilmiştir.
Kıbrıs sorununa gelince, bu sorun çok boyutlu bir sorundur, sadece Türk ve Rum toplumları veya Türkiye-Yunanistan arasındaki çatışmalara, çekişmelere bağlanması mümkün değildir, ancak doğu Akdeniz’deki devasa enerji yataklarında hem hak sahibi hem de geçiş noktasında olmasından dolayı Kıbrıs halen güncelliğini ve önemini korumaktadır.
Kıbrıs’ın jeopolitik kullanım alanı Kıbrıslılara bırakılmayacak kadar önemlidir, dolayısıyla da Kıbrıs mülkiyet olarak aslında Kıbrıslılarınmış (Türkler ve Rumlar) gibi görünse de, davul Kıbrıslıların boynuna asılmıştır, topuz ise başkalarının elindedir.
İster beğenilsin, ister beğenilmesin, ister kabul edilsin, ister kabul edilmesin, Kıbrıs’ta durumun ve şartların daha kötüye gitmesinin önündeki tek engel Kıbrıs’ta Garanti antlaşmalarından kaynaklanan TSK’nın varlığıdır.
Özellikle Kuzey Kıbrıs’taki kötü yönetim şeklinin ana ve öncelikli sebebi, hangi görüşten olursa olsun, her başarısızlığın altında bir günah keçisi arayan yerli siyasilerin kendi basiretsizliğidir, gözü ganimetten ve kolay paradan başka bir şey görmeyerek toprağını fahiş fiyatlarla satıp da kendi evladını, torununu topraksız, vatansız bırakan, ganimetin bitmez tükenmez bir kaynak olduğunu sanan, akılsızlıkta rakip tanımayan, kendi yerli halkıdır…
Neticede, ta 1955’den 1974’e kadarki süreçte her iki taraftan da ölen onbinden fazla insan boşu boşuna, sadece ve sadece, bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme ve kapitalizme hizmet eden zırcahil katiller tarafından emperyalizmin ve kapitalizmin rantı için katledilmiştir.
Şimdi gelelim günümüzün en önemli ve dahası, ölümcül derecede önemli meselesine; Türkiye’yi baştan aşağı sarıp sarmalayan, dünyanın açık hava göçmen merkezine çeviren kontrolsüz göç sorununa, ki bu sorun KKTC’yi de etkilemeye başlamış durumda.
Son 15 yılda Türkiye akıl almaz bir hızla, özellikle Suriye ve Afganistan tarafından gelen kontrolsüz göçe maruz kaldı ve iş o kadar korkunç boyutlara ulaştı ki, Türkiye maddi ve manevi yönden feci bir yıkıma uğradı, sadece demografik ve sosyo-kültürel yapı dehşet verici bir şekilde değişime uğramakla kalmadı, ülkenin maddi kaynakları da, adeta dipsiz bir kuyuya atılıyor misali, göçmenlerin açtığı dipsiz kuyuya boşu boşuna atıldı ve atılmaya da devam ediyor…
Şu anda ülkenin içine doluşmuş ve halen doluşmaya devam eden ne idüğü belirsiz göçmenlerin sayısı, sokaklardaki sayılarına bakıldığında, rahatlıkla 20 milyonu bulmuştur ve bunların devlete maliyeti günde sadece ve sadece on dolar olsa, toplamda devlet maliyesine gündelik yükleri 200 milyon doları geçmektedir, bu da en azından son on yılda göçmenlerin ülkeye yüklediği maddi zararın boyutlarının öyle açıklandığı gibi onlarca veya yüz milyarlarca dolarlarla değil, trilyon dolarlarla ölçülmesi gerektiği gerçeğini ayan beyan ortaya koymaktadır.
İnsan sömürüsünden rant elde eden bir kısım sahtekar ve ahlaksız işveren göçmenlerin ucuz işgücü kaynağı olduğunu, bu yüzden de bazı sektörlerde niteliksiz ama ucuz işgücünün vazgeçilmez olduğunu iddia etse de, ucuz işgücünün tek bir anlamı vardır, o da her türlü şekilde insan emeğinin sömürüsü ve devletin ve milletin kaynaklarını çalmadır…
Nitelikli insanlar ise, ülkesinden umudunu kesmiş vaziyette valizini toplayıp ülkeden kaçmaya başlamıştır, yerlerine ise ne idüğü belirsiz, çakma diplomalılar doldurmaya başlamıştır.
Eğer Türkiye’nin maruz kaldığı ve KKTC’nin de maruz kalmaya başladığı göçmen felaketi derhal durdurulmazsa, on seneye kalmaz, her iki ülkedeki mevcut kaos katlanarak büyüyecek ve zaten içinden çıkılması çok zor hale gelen durum, içinden hiç çıkılamayacak bir hal alacaktır.
Türkiye şu anda sadece ne idüğü belirsiz göçmen saldırısı altında değildir, bunlarla birlikte bunların doğrudan karıştığı uyuşturucu, cinayet, insan kaçakçılığı ve envai tür sahtekarlığı içerecek şekilde ülkedeki kriminal olaylar da tavan yapmış durumdadır, ki bunun da boyutları Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı’na gelir gelmez başlattığı polisiye operasyonlarda da ortaya çıkmaktadır.
Yine, Ortadoğu’da, özellikle de Mısır, Suriye, Afganistan gibi ülkelerde tutunamayan, gerek tarikatçı, gerek cemaatçı, gerekse doğrudan silahlı terör örgütü üyesi durumundaki radikal dinci çapulcuların sığındıkları liman Türkiye olmuştur, arada KKTC de bundan nasibini almaya başlamıştır.
KKTC ayrıca, dünyanın başka yerinde tutunması artık mümkün olmayan ama cebi kara para dolu şahıslar için bir yeryüzü cenneti olmaya başlamıştır ve bu gidişatta ülkedeki Türk malları fahiş fiyatlarla el değiştirmektedir, ki bu gidişat da Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığını doğrudan tehdit altına almaktadır.
Son birkaç yılda KKTC polisinin yaptığı uyuşturucu operasyonlarında da rakamlar giderek yükselmiş, alarm verir seviyeyi geçmiştir, ki bu da ülkede kontrolsüz şekilde artan nüfusun bir sonucudur.
İdareyi elinde tutan politik basiretin dumura uğradığı yönetimlerde bütün bunlar kaçınılmaz sonuçtur ve süreç toplumun ve ülkenin her türlü maddi ve manevi değerinin yıkımıyla sonuçlanır.
Doğu Akdeniz bölgesini kasıp kavuran savaşlarda, aslında senaryonun bir de diğer yüzü vardır, ki özellikle güdümlü basın tarafından göz ardı edilir.
Bugün İsrail ile Hamas arasında, İran güdümlü Hamas’ın başlattığı bir savaş sürmektedir ve nerdeyse iki milyon Filistinli bu savaştan feci şekilde etkilenmiştir, özellikle de Gazze şeridi atom bombası atılmıştan beter olmuştur.
Amma ve lakin, özellikle çocuklar sekiz aydır süren bu savaştan feci şekilde etkilenirken ve ölü sayısı da 35 bini geçerken, bu savaşa sebebiyet veren çapulcu sürüsü aslında savaşın getirdiği ganimetlerin keyfini sürmektedir.
Savaş sebebiyle Gazze’nin güneyine göç eden Filistinlilerin kuzeyde kalan evleri Filistinli çeteler tarafından yağmalanıyor, Filistin’e ulaşan yardımlar doğrudan bu çapulcuların eline geçiyor ve ellerine geçirdikleri her şeyi karaborsada fahiş fiyatlarla satarak zenginleşiyorlar.
Bu çapulcu sürüleri aynı zamanda Filistin’de kaymağı yiyen işadamı kılığındaki ahlaksız haramilerin de vazgeçilmezleridir ve savaş ganimeti rantını da beraber paylaşmaktadırlar.
Bu çapulcu çeteleri cinayet, hırsızlık gibi ağır suçların da dahil olduğu her türlü pisliğe bulaşmış durumdadırlar.
Hatta ve hatta, savaşın başlarında İsrail bu çapulcu çetelerini ele geçirdiği bölgelerin polisliğine getirmeyi bile düşünmüş, sonra da gelen tepkiler üzerine vazgeçmişti.
Şu anda Gazze’ye insani yardım ulaştırmak bu çetelerin ve bağlı oldukları veya işbirliği yaptıkları aşiretlerin insafına kalmıştır ki, ellerine geçirdikleri yardımları da halka bedava dağıtmak yerine, keyifleri istediği gibi satarak zenginleşmektedirler.
İnternette dolaşan videolar bölgeye gelen insani yardımları sözde yağmadan koruduklarını iddia eden bu çetelerin aslında yardımları yağmadan korur gibi görünüp, gelen yardımları kendilerinin yağmaladığını ve kendi rantlarına uygun geldiği şekilde halka dağıttığını veya pazarladığını gözler önüne sermektedir.
Bunlar savaştan önce de vardılar, birdenbire ortaya çıkmadılar, ancak çıkan savaş bunların ekmeklerine yağ üstüne yağ, bal üstüne bal sürdü ve şu anda sıradan Filistinliler sürüm sürüm sürünürken çeteler ve bölgede kontrolü elinde tutan aşiretler savaşın ve dolayısıyla da rantlarının bitmemesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Çıkan savaşlarda, birinin mağduriyeti ötekinin rantına, zenginliğine dönüşmektedir ve rantın başında oturanlar için bazı kayıplar, kendi kanlarından, canlarından olsa bile, sonsuz rant uğruna kabul edilebilir kayıplardır.
Nitekim, Filistin’deki kokuşmuşluk o kadar akıl almaz boyutlara ulaşmıştır ki, Hamas’ın başındaki İsmail Haniyeh denen 13 çocuklu herifin birkaç çocuğu ve torunu İsrail saldırılarında ölürken, kendisi 8 Mart tarihinde yedinci kez dünya evine giriyor ve 28 yaşındaki bir kadınla davullu zurnalı bir düğün yapıyordu…
Vatan işgal altındayken ve bütün Anadolu kan gölüne dönmüşken, Sakarya Savaşı’nın en şiddetli çatışmaları sırasında son Osmanlı padişahımız Vahdettin de kendisinden 43 yaş küçük ve çocuk yaştaki bir kızla evleniyor, keyfine bakıyordu…
PKK ve ASALA’nın katillerini de kamplarında eğiten Filistin Kurtuluş Örgütü denen çapulcuların başındaki herif Yaser Arafat da bundan farklı değildi ve öldüğünde İsviçre’deki banka hesaplarında tam 6,5 milyar dolar parasının olduğu ortaya çıkmıştı, ki bu kanlı para o zamanki genç karısı ve Hamas ile örgüt arasında büyük bir kavgaya sebebiyet vermiş, Arafat’ın yasal varisi olan karısı yapılan pazarlıkla 400 küsur milyon doları alarak aradan çekilmiş, paranın geriye kalanı da FKÖ ve Hamas arasında paylaşılmıştı…
Anlayacağınız, bazı zihniyetler hiç değişmez ve cehaletle, din sömürüsüyle, baskıyla yönetilen toplumlarda bu zihniyetler hep vardırlar, varlık sebepleri de cehalet, din sömürüsü ve ellerine geçirdikleri güçle kurdukları baskıdır…
Cehalet bunları besler, bunlar ise yaratıcıları cehaletin tavan yapması için ellerinden geleni yaparlar, cehaleti beslerler, bu döngü içinde din sömürüsü bu ahlaksızların bir numaralı silahıdır.
İnsan cesetleri üzerinde yükselen bu savaş ve ahlaksızlık rantında, olan kafalarına yağan bombaların gürültüsünden tiril tiril titreyen, içecek bir yudum temiz su bulamayan, bir kaşık yemek bulamayan, eli sopalı, silahlı çapulcuların şiddetine maruz kalan çocuklara ve günahsızlara oluyor…
Bu vahşetten gerek politik, gerekse maddi olarak yararlanan ahlaksızlar var olduğu sürece de, bu vahşet, felaket ve kaos devam edecektir.
Yüzbinlerce şehidin canı, kanı pahasına kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve küllerinden dirilen Türk milleti, Cumhuriyet’in kuruluşuyla bu vahşet, felaket ve kaostan kurtulmuştu, ancak birbiri arkasına dizilen basiretsiz, iradesiz, ahlak ve aidiyet yoksunu politik eğilimler ve idareler sayesinde Türk milleti şimdi adım adım bu kaosun ve tarifsiz derecede kokuşmuş çirkefin, bataklığın içine çekildi ve gırtlağına kadar da bataklığa batmış durumdadır…
Henüz tamamen boğulma aşamasına gelinmemiştir ama o noktaya da son bir dokunuş kalmıştır, bu aşamada artık Türk milleti ya silkinip, bataklıktan elbirliğiyle çıkacaktır, ya da çirkefin içinde kıtır kıtır boğulacaktır, kendi vatanı sözde din kardeşi düşmanlar tarafından işgal edilecektir, milli irade ve tüm maddi ve manevi değerler de yerle bir olacaktır…
İnsan canı, kanı üzerinde yükselen ve genelde küresel emperyalizm ve kapitalizmin, yerelde ise ahlaksız işbirlikçilerin kurdukları yerel kapitalist ve sömürü düzeninin özü ve özeti bundan ibarettir.