TUSAŞ saldırısından sonra özellikle yabancı medya kuruluşlarının haberlerine baktım, Youtube kanallarındaki görüntüleri ve yorumları izledim.
Ta 1970lerden, Asala terörüyle başlayan dönemlerden, sonra da Asala’nın PKK ile birleşmesiyle ve PKK’nın cismen ağırlıklı olarak ortaya çıkmasıyla devam eden süreçte, aradan yarım asırdan fazla zaman geçti.
Bu süreçte, net olarak gördüğümüz ve ders çıkardığımız bazı şeyler vardı(kasten –di’li geçmiş zaman kullanıyorum, sebebini aşağıda açıklayacağım);
- Terör odakları, destekçileri ve bütün diğer destekleri genellikle dış kaynaklıdır, arkalarında tahmin edilemeyecek boyutta güçlü ve etkili bir veya birden fazla devlet ve istihbarat gücü vardır, ve doğrudan bu arka plan destek odağı tarafından hedef alınan devleti yıkmayı, en hafifinden, devletin rejimini arka plan odağının amaçlarına hizmet edecek şekilde değiştirmeyi hedef alırlar.
- Terör odakları öncelikli olarak içerdeki kolaylıkla harcanabilir ve yerine konulabilir kuklaları kullanırlar.
- Bir veya birden fazla dış odak tarafından yaratılan bir terör örgütü eğer kısa süre içinde hedef devlet (örneğin Türkiye) tarafından yok edilmezse, zaman içinde ahtapot gibi büyür, farklı ve duruma göre birbirinden bağımlı veya bağımsız hareket eden, farklı amaçlara ve çıkarlara hizmet eden kolları oluşur, hedef devlet tarafından böyle bir oluşumla mücadele etmek de giderek daha fazla zorlaşır, hatta imkansız hale gelir, böyle bir durumda da terör o devletin kabul edilebilir riskleri arasına girer, ki en tehlikelisi de budur, bu andan sonra da terör o devleti sürekli yıpratan en tehlikeli faktör haline gelir.
- Devleti veya rejimi hedef alan terör yok edilmezse, belli bir süre sonra, en başta siyaseti, kaçak ekonomiyi, uyuşturucu ve silah kaçakçılığını içine alan bir “terör sektörü” oluşur. Bu aşamada, artık terör hem devleti veya rejimi yönetenlerin amacına hizmet eden, hem de devleti veya rejimi yıkmak isteyenlerin amacına hizmet eden, amaca ve hedefe göre kullanılan, çok kutuplu ve çok amaçlı bir oluşum haline gelir.
- Terör örgütlerinin gerçek bir lideri asla yoktur, lider terör oluşumunu yaratanlar tarafından yaratılan ve kullanılan bir kukladan ibarettir, kolaylıkla harcanabilir, yerine başkası konulabilir. Terör örgütlerinde lider kadrosunda çok başlılık, terör oluşumunu yaratanlar tarafından kullanılan bir taktiktir. Kendini lider sanan bir odak, eğer kendisini yaratan ana odağın hedefleri veya amaçları dışına çıkacak olursa, anında harcanır veya atacağı veya atması beklenen adım bir karşı eylemle etkisiz hale getirilir, böylece kendini “etkili” lider sanan terör odağı etkisizleştirilir, itibarsızlaştırılır.
- Taktiksel bazda, terör örgütlerinin eylemleri “yıkıcı” ve “etkileyici” mesaj içeren iki ana şekilde uygulanır. Yıkıcı olan eylemler, hedef gözetmeksizin, hedef alınan devlete, rejime ve topluma dehşet saçmaya yöneliktir, bu eylemlerde genellikle sivil toplumdan çok büyük kayıplar yaşanır ve terör eyleminde yaratılan etkiye karşı mağdur olan veya hedef alınan odak tarafından daha büyük bir tepki oluşturulması hedeflenir. Örneğin Hamas’ın geçen yıl 7 Ekim’de İsrail’e karşı başlattığı saldırı böyle bir eylemdir. Eylemi planlayanların ana amacı sadece yerel kamuoyunda değil, aynı zamanda dünya kamuoyunda da bir etki yaratmak sonrasında yapılması kesin olan karşı eylemle birtakım önceden planlanan hedeflere ulaşmaktır. “Etkileyici” mesaj içeren eylemlere örnek de PKK’nın bir odağı tarafından Ankara TUSAŞ’da yapılan eylemdir.
Bu liste daha da uzatılabilir ama gerek yok, ana hatlar şimdilik yeterlidir.
20 seneyi aşkın bir süredir Türkiye Cumhuriyeti gibi sabah akşam terörle yatıp kalkan, emperyalizmin hedefinde olan ve hala Sevr şartlarını uygulamaya çalışan emperyalist gücün inadından zerre kadar ders almayan AKP iktidarı, koltuk değneği MHP’nin AKP başkan yardımcısı rolündeki genel başkanı Devlet Bahçeli’yi kullanarak, son kullanım tarihi çoktan geçmiş Apoş’un kullanılması yoluyla Meclis’teki Kürt siyasilerden destek arayışına girmeye kalkışmış, anında da ortaya çok açık şekilde “Apoş Mapoş hikaye, Apoş artık dişleri dökülmüş kediden bile daha etkisizdir, Meclis’teki PKK destekçileri de birer kukladan ibarettir, PKK’nın silahlı kolları üzerinde hiçbir etkileri yoktur” mealinde bir mesaj içeren, karşı tepki gelmiştir ve bu tepki, durduk yerde, 5 insanımızın canına mal olmuştur.
AKP-MHP ikilisinin zerre kadar aklı çalışsaydı ve geçmişte yaşananlardan ders alsalardı, olası sonuçlarını hesaplayarak, asla böyle bir adım atmazlardı, doğrudan kendi kontrollerinde olmayan terörü ve teröristleri böyle acemice ve anında kendilerini mat edecek bir tepki yaratabileceği kesin olan bir manevrayla, siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaya yeltenmezlerdi…
Nitekim, etki yaratmaya çalışırken sebep oldukları tepki, kendilerinin de özellikle güvenlik ve siyasi açıdan çaresizliğini ve yetersizliğini gözler önüne serdi.
Geçmiş köşe yazılarında da defalarca dile getirdim, tekrar tekrar söylemekten zarar çıkmaz, ders alan da yoktur ama yine de tekrar edeyim: Türkiye jeopolitik konumu sebebiyle, muhtemelen yeryüzünden en fazla istihbarat örgütünün cirit attığı, bu örgütlerin yerel bazda doğrudan veya dolaylı olarak kontrolü altında olan birçok hücresi olduğu, bu hücrelerin anında amaca ve hedefe uygun eylemler gerçekleştirebilecek şekilde donanımlı olduğu, ve keza, bu sebeple de her türlü uzaktan kumandalı terör saldırısına en fazla açık olan, en fazla tehdit altında olan ülkedir.
Hele de bu tehdit, son yıllarda Türkiye’nin içine doluşan ne idüğü belirsiz mültecilerin konumu dikkate alındığında, olabilecek en dehşetli ve ürkütücü boyuttadır.
Dünyanın burunlarının ucunda döndüğünü sanan AKP-MHP ikilisi ve bu konulara hiç değinmeyen muhalefet de resmen uyumaktadır!… Uyumasalardı, TUSAŞ saldırısı gerçekleştirilemezdi, gerçekleştirilse bile saniyeler içinde boşa çıkarılırdı…
Saldırının dakika dakika nasıl gerçekleştiğinin krokisi resmi olarak açıklandığında saldırıdan 14 dakika sonra 10 kişilik Jandarma özel timinin olay yerine vardığı ve müdahale ettiği gösteriliyor.
Normal şartlarda bu akıl almaz bir fiyaskodur, hatta fiyaskonun daniskasıdır.
Terör saldırılarında savunma tepkisi dakikalarla ölçülemez, ancak saniyelerle, o da en fazla birkaç saniye ile ölçülebilir.
Bir terör saldırısında, hele ki bu bir intihar saldırısıysa, bırakın on dakikayı, bir dakika bile çok büyük bir zaman dilimidir ve bir dakikaya ulaşan bir zaman dilimi içinde dehşetli bir yıkım, tarif edilemez bir insan kıyımı meydana gelebilir.
Örneğin TUSAŞ saldırısını iki değil de ikiden fazla terörist gerçekleştirseydi, yüksek tahrip gücüne sahip patlayıcıları binanın çevresine veya içine yerleştirselerdi, 14 dakika sonra da güvenlik güçleri olay yerine geldiğinde ve müdahale sırasında patlayıcıların etki alanına girdiğinde patlamayı gerçekleştirselerdi, bırakın cesetlerini bulmayı, birçok insanın moleküllerini bile zor bulurduk, binanın da ancak molozlarını kaldırırdık…
Hatta iki terörist bile bunları yapmaya yeterdi ama olay korktuğum boyutta gerçekleşmedi, yine de sonuçta 5 masum insanımız bir mesaj uğruna katledildi.
Dahası, bizim zırtapoz medyamız, bu terör eyleminin çok profesyonelce gerçekleştirildiğini allandıra pullandıra anlattı, ama olay baştan sona incelendiğinde, bu eylemin profesyonellikle alakası olmadığı, sadece iki beyinsiz mahlukatın aldıkları bir emirle, bodoslama bir intihar saldırısı gerçekleştirdikleri yönündedir…Kafaları birazcık çalışsaydı, çok daha büyük bir tahribata ve insani zayiata sebep olurlardı, iyi ki de kafaları çalışmamış…
Diğer taraftan, terörle yatıp kalkan bir devletin teröre karşı tepkisi dakikalarla sınırlı olamaz, olmamalıdır. Eğer TUSAŞ’ta ciddi bir savunma refleksi olsaydı, bu saldırı daha başlamadan bitmiş olurdu, bırakın saldırmayı, daha keşif sırasında teröristler yakalanmış olurdu.
Hadi saldırdılar diyelim, daha ilk ateş açıldığı anda, savunma refleksi teröristleri en fazla birkaç saniye içinde etkisiz hale getirebilecek, en azından saldırıyı baskılayabilecek ve zarar veremeden etkisiz hale getirilmeleri için zaman kazandırabilecek kapasitede olmalıydı.
Türkiye’de sayısız kez toplum içinde terör saldırıları yapıldı, defalarca havalanları basıldı, sokaklarda bombalar patlatıldı, bir türlü akıl konmadı ve eni topu iki baldırıçıplak terörist, yıkım hedeflense de, yıkımdan ziyade, yıkıcı mesaj içeren bir intihar saldırısı gerçekleştirebildi…
İşte bu, AKP-MHP ikilisinin tarifsiz bir fiyaskosudur ve devletin, milletin, kurumların güvenliğini sağlayamadıkları konusunda, maalesef ki, terör odaklarının gerçekleştirdiği bir eylem aracılığıyla, netleşen bir durumdur, netleşen bir mesajdır.
Teröristlerin Türkiye’ye paramotorla geldikleri ise, katıksız bir palavradır, milyonlarca ne idüğü belirsiz mülteci Türkiye içine kevgire dönen sınırlardan nasıl girdiyse, bunlar da öyle girmiştir…
Geçenlerde İstanbul’da bir kadın polisi, diğer polisin tabancasını alarak katleden suç makinesi manyağın olaydan daha önce çekilen bir fotoğrafında, elinde gıcır gıcır bir kaleşnikof vardı!
Artık Türkiye öyle bir hale geldi ki, bacak kadar çocuklar bile bir şekilde ateşli silah bulup, birbirlerini ulu orta vurabiliyorlar.
Bu son derece güvenliksiz ortamda, TUSAŞ’a gerçekleştirilen bu rahat saldırı, aslında hiç de şaşılacak bir durum değildir.
İşin özünde, son kırk yılda, PKK içerden ve dışarıdan vurarak hedef şaşırtırken FETÖ ve bağlantıları içerde eş zamanlı bir çalışmayla devleti ele geçirdi ve süreç 2016 darbesine ve sonrasına, bugüne kadar uzandı…
Bu sürecin son 22 yılında iktidarda olan AKP de siyaseten isteyerek veya istemeyerek, bilerek veya bilmeyerek, hiç fark etmez, bu sürecin doğrudan bir parçasıdır ve son 22 yılda yaşanan eylemlerin tümünde doğrudan payı ve sorumluluğu vardır.
22 yıl Türkiye gibi dünyanın tam merkezinde olan, jeopolitik konumu itibarıyle de dünyanın en önemli birkaç ülkesinden olan bir ülkeyi yönetmek için çok uzun bir süredir, bu sürede ülkenin ve toplumun siyasi, ekonomik, sosyal, etnik, güvenlik sorunlarlının tümü de ortadan kaldırılabilir veya önemsiz hale getirilebilirdi, ama tam tersi oldu, sorunlara yeni sorunlar eklendi…
Bunun da iki sebebi vardır, ülke ve şartlar ya kasten bu hale getirildi, ya da beceriksizlikten bu hale gelindi…
Dünyanın en güçlü emperyalist güçlerinin yüz yıllık Sevr sevdası, son yüz yıldır siyasilerin becerisi tarafından değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin esas kurucusu olan TSK’nın kurumsal hafızasının getirdiği tecrübeyle engellenmiştir, ancak emperyalizmin yıkamadığı TSK, AKP dönemindeki kumpaslarla fena halde hırpalanmıştır, bu arada da hem FETÖ hem de PKK canlanmıştır, ve nihayette bu canlanma, Türkiye’nin en önemli kurumlarından birine silahlı saldırı yapacak düzeye kadar gelmiştir…
Olay bundan ibarettir ve bu kadar basittir.
Bu saldırıyı PKK’nın hangi iç veya dış odağa bağlı hangi kolunun gerçekleştirdiği hiç önemli değildir, önemli olan verdiği birden çok mesaj içeren ana mesajdır, ki bunları önceki köşe yazımda da genel hatlarıyla yazdım.
Sıradan bir vatandaş olarak biz bunları görebiliyorsak, tahmin edebiliyorsak, bizi yönetenler, kaderimize hükmedenler göremiyorsa, durum, Ege’de 2500 yıl önce yaşamış ve masallarıyla tarihe damga vurmuş olan Ezop’un aşağıdaki masalından farksızdır demektir;
“Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler…
Her biri başka yöne gider.
Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir…
İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış,
adeta çökmüştür.
Beygir merakla sorar:
‘Nedir bu halin inek kardeş?’
İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
‘Sorma beygir kardeş…
Bu insanlar çok merhametsiz…
Beni durmadan birbirlerine sattılar.
Alan sütümü sağdı.
Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar.
Canımı zor kurtardım be kardeş.’
Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:
‘Ah, sorma…
Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım.
Biri indi, öbürü indi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular.
Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar.
Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım.
Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar.
Canımı zor kurtardım inek kardeş.’
İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür.
Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir.
Mutludur.
Üstelik şişmanlamıştır.
Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir.
Üzerinde güzel, allı pullu elbiseler vardır.
İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde,
‘Nedir bu halin?
Neler oldu?
Neden böyle zevkten dört köşesin?’diye sorarlar.
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
‘Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım.
Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım (aslı “anırdım”).
Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim.
Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi,
etrafım insanla doldu.
Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım.
Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim…’
‘Eee, sonra ne oldu?’
‘Ne olacak beni başkan seçtiler!’
‘Deme yahu..
Yani sen başkan mı oldun?’
‘Evet… Başkan olmak için başka bir şey yapmama da gerek kalmadı.
Ben onların duymak istediği şekilde bağırdıkça onlar ‘Seninle gurur duyuyoruz…’ diye alkışladılar.
Ben de yedim ve yedikçe semirdim, semirdikçe bağırdım da bağırdım!’
‘Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?’
‘Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!’”
………….
Maalesef ki, bu kötüye gidişat bu kadarla kalmayacak, devlet akılla değil de duygularla yönetilmeye devam ettiği sürece, her türlü kötülük bizi her yerde ve her şekilde bulabilecek…