Bazı şeyler, kimseler, yazılanlar, söylenenler, konuşulanlar ve göz önünde yapılanlar sandığınız gibi değildir aslında.
Ak gösterirken alttan kara sular akıtırlar, ruhunuz sezmez.
Olmuşlar, daha da olacaklara gebedir.
Türkçe’mizde “Abdala malum olur” derler. Ve bir çok insan “Abdal” sıfatını “Aptal” ile karıştırır. Oya, malum, göz önünde bulunan, bilinen, aşikar olan anlamını taşır.
Aptallara bir şeyin malum olduğu falan yok aslında. Deyimdeki bahse konu “Abdal” Türk tasavvufunun daha radikal formlarında karşılaşılan en üst mânevî mertebenin bir adıdır.
Söz konusu abdal, gezgin/bilge, derviş, ermiş olan abdaldır maluma eren.
Maluma, gerçeğe aymayanlara, görüp anlamayanlara, ortada aleni olan biteni anlamayana aptal denir.
Örneğin, dindar görünenler sanıldığı gibi oldukça adaletli, seküler görünenler de zannedildiği kadar imansız değildir.
Çok dindar geçinen, aktan pak AK’çılar Kuzey Kıbrıs’ta kurulan haramı helal kılma kumpası gereği bakın neler yapmışlar.
Ak’çılar Kıbrıs’taki kumar mafyasından gasp ettikleri parayı, dini yönden AKlayıp helal kılmak için dalavere fetva oluşturup.
Kumar mafyasından çaldıkları haram parayı helal ganimet vasfına dönüştürmek için, paranın bir kısmını dinsiz gördükleri KKTC’lileri iman sahibi eylemek adına harcayaraktan..
Kara parayı ve vicdanlarını AK’lamayı AKıl eymişler…
Aslında gerçek anlamını bilmediğimiz, manasını kavrayamadığınız, öz zikrini algılayamadığınız ve doğruyu göremediğimiz öyle çok şey var ki..
Kuzey’in kök kelimesi olan KUZ, Divan-ı Lügatit Türk’te “Güneş görmeyen, gölgeli yer” olarak geçer, yani karanlık yer, manasını simgeler.
Ve aynı zamanda dağın güneş görmeyen, ışık almayan kısmına da KUZ deniyor.
O yüzden güneşin uğramadığı yöne kuzey denmiştir..
Kapkara tüyleri olan KUZGUN hayvanının adı da bu manadan geliyor. Aynı zamanda KUZ eski Türkçe’de kar anlamında da kullanılmış.
Oğul, aslında kadim Türkçe’de sadece erkek evladı temsil etmez, aynı zamanda kızlar için de kulkanır ve hakikatte evlat anlamına gelirdi.
O yüzden soy adlarında, falan oğulları, filan oğulları şeklinde soy adı almak buradan gelir.
Manası, evladı mahlasındadır.
Dar, Farsça da ağaç anlamındadır ve Türkçe’mizde kullanılan “Darağacı” kelimesi yani “Dar-ı ağaç” ağaç acı manasına gelir ki bu örnek, galat-ı meşhur örneğinin dik alasıdır.
Saye, Farsça’da (gölge) demektir, (sayende) kelimesinin gerçek manası ise gölgende anlamına gelir.
“Senin sayende aydınlığı buldum” dersem. Senin ışığımı kesen gölgenin karanlığında aydım, yani ışıklandım anlamına gelir.
Bu da abesle iştigal bir kavrama dönüşür!
İnsanın ağızdan çıkardığı, ağızdan attığı her türlü sese Arapça’da lafız denir. Biz Türkçe’mizde buna kısaca laf deriz.
Kelime ise, yine Arapça kökenli bir söz olup, ağızdan çıkarılan her türlü sesin oluşturduğu manadır.
Barış sözcüğünün kök kelimesi olan (bar) aslında var’dan türemiştir.
Dolayısıyla eski Türkçe’de Barış, varış anlamını taşır.
Hal böyle olunca barışmak, küs olan iki kişinin yakınlaşmak için adım atması anlamındadır. Yani düşmana doğru yürümek, gitmek, yakınlaşmak, varmak (varışmak) anlamındadır.
Savaş sözcüğünün kökü “Sav Eski Türkçede kötü söz, aksi deyiş” anlamında, dolayısıyla savaş, kötü söz söyleme anlamına denk geliyor.
Birbirine kötü söz edip, kötülük edenlerin savışmak/savaşmak yerine Barışması, varışması ne güzel öyle deği mi?
Galat-ı meşhurların en meşhuru ise, yakınlarını kaybedenlere hitaben sarf edilen “Başınız sağolsun” söylemidir.
İlk bakışta akla gelen anlam “Ölen öldü, olan oldu, ailenin başındaki büyüğün, başı veya canı sağ olsun yeter ki” gibi algılanansa da @Kazın ayağı öyle değil”
Bak şimdi, derede yüzüp çayırda otlayan kazın perdeli ayağı konumuzla ne alaka şimdi deme. Çünkü, kazın ayağı öyle değil.
Halbuki galat-ı meşhur bu ata sözünün aslı, yani doğru söylemi bakın ne?
Eski kullanımda ilk söyleniş biçimi “Kaziye-i anha öyle değil” şeklindedir.
Hasılı “Kaziye-i anha öyle değil”“ cümlesinin hakiki manası “Onun kararı farklıdır, o farklı düşünüyor” anlamına gelen bir deyiştir.
Cenazelerde kullanılan “Başın sağ olsun” kadim ata sözündeki “Baş” eski Türkçe’de (Yara) anlamında kullanılır. Sağolsun söylemide orijinalinde “Sağalsın, iyileşsin” şeklindedir.
Başın sağalsın sözü de, yaran iyileşsin kavramında kullanılırdı.
Cenaze’den sonra “Başınız sağolsun” dedikten sonra “Toprağı bol bol olsun” söylemi de takıldı bak şimdi aklıma. Toprağının bol olması ne anlama gelir? Bilir misiniz?
Efenim bunun iki rivayeti var. Birincisi, mezarına toprak armaya gelenleri çok oldun iken. İkinci rivayeti ise şöyledir.
Eski kadim Türkler’in Şaman inançları gereği, ölen kişinin mezarı genişçe kazdırılıp, sahip olduğu değerli eşyaları ve ziynetleri kendiyle beraber toprağa gömülürmüş.
Eğer cenazeye az kişi iştirak ederse, mezara az toprak atılır ve mezar yarım yamalak yarı toprakla kapatıldığından gece yarısı hırsızlar gelir..
Bolca toprakla, sıkıştırılarak kapatılmayan mezarı kolayca ve süratle açar ziyneti çalarmış.
İşte o yüzden ölen kişinin ardı sır, cenazeden evvel ilk söylenen teselli cümlesi “Toprağı bol olsun” cümlesidir.
Ms. 800 sonrası hızlıca İslamiyeti kabullenen türkler. Cenaze töreninde, mezara ziynet ve değerli eşyalar gömmekten vaz geçeli.
Toprağı bol olsun sözü gayri Müslim’ler için kullanılıyor olsa da.
Müslüman Türk cenazelerinde hala kullanılmaktadır.
Ve siz hala “Galat-ı Meşhur” sözünü anlamamış ve açıklamamı bekliyorsanız? Üzgünüm o halde siz de Galat-ı Meşhur Zevatlardan başka bir kimse veya herhangi bir şey değilsiniz.
Galat-ı Meşhur Zevat ise ‘Herkesin, onca hata ve haram yemelerine rağmen, onları doğru, dürüst ve hAK yemez sandığı kişilerdir.
Hadi yine de açıklayayım ki siz zahmete girmeyin.
Galat-ı meşhur, herkesin kullanageldiği yaygınlaşmış yanlışın veya söylemin, günümüzde geniş kitlelerce doğru kabul görmesidir.