Neeeerde eski bayramlar diye yakınırlar ya hep!!
Vallahi de billahi de eski bayramların saklandığı yerin sırrını keşfettim!!
Hem de dalgasız denizin ay ışığı aydınlığında, su yüzeyinde yıldızlara bakarken bu satırları telefona not etmek için çıkıverdim deniz sevgilinin koynundan.
Bu büyük sırrı sizinle de paylaşacağım. Meğer burun ucumuzda saklanıyorlarmış da kör tarafımıza geliyormuş!
Bir baktım, eski bayramların tüm tatları oradalar:
Eğer hayattalarsa ana/babada, dede/nene, emmi/dayı hala/teyze evlerinde, onlara saygı sevgide kusur etmediğimiz, muhabbetli zamanlardaymış eski bayramların etkisi..
Kuru yavan bir sofrada bir araya gelebildiğimiz yerlerdeymiş meğer, eski bayramların mayhoş eden iksiri..
Eskikisi gibi kalmak ve olabilmekmiş eski bayramların tadı. Sadece gelenek/göreneğe, çöreğe/böreğe, kömbeye, kafese, yemeğe/tatlıya, toprak fırınlara, testiye, kalbura, sahip çıkmak değilmiş meğer işin sırrı..
Eski bayramlar temiz kalplerde, iyiniyetlilerde, insan sevgisinde. Hatırda, hatırada, paylaşımda. misafirperverlikte en cömert davranışların sihriymiş.
İntikamdan, kıskançlıktan, kibrinden ve küstahlıktan kendimizi alıkoyabildiğimiz kadarıymış eski bayramlar.
Her ne olmuşsa olmuş, sarılabilmeyi başardığımız zamanların efsunlu haliymiş.
Kolu komşuyu yoklayıp, gönlünü almakta. Kokusu tüten pişmiş aştan bir tabak da onlara vermekteymiş.
Tanıdık tanımadık herkesin sevilip sayılabilecek yönünü keşfedebilme sanatıymış meğer eski bayramların tat sırrı..
Şimdi şu an, kıyısında bulunduğum, Altınkum sahilinin ıssız denizlerinin tadında tuzundaymış bayramın efsunlu ruhu.
Çok eskiden kalma, saf, katıksız çocuksu mutluluğun tılsımındaki huzurdaymış..
Düşte olanı canlı tutabilmenin ustalığı, zor yol ve yolculukların inatçı kaptanlığı, başkasına yanlış da gelse bildiğin, mutlu eden yoldan sapmadan yürüyebilmekmiş eski bayramlar.
Küskünlükleri, dargınlıkları ortadan kaldırmak için bayramı bahaneye çevirebilmenin güzelliğiymiş eski bayramların sırrı.
Meğer eski bayramların o tanıdık gelen ruhu;
ne pahalı lüks restorantlarda yemek yemede. Ne beş yıldızlı otellerde yaşanan fiyakalı tatillerde.
Ne devasa kruvaziyer tatil gemilerinde kıta kıta gezip, tıka basa yiyip, oluk gibi döviz harcanan yolculuklarda.
Ne de mangal dumanı tüten, gelinlerin birbirine ev işi kilitlediği, damatların maddi güç yarışına girdiği, eltilerin birbirine caka sattığı, ananın babanın o kalabalık hengamede kafalarını şişirdiği, pahalı içki şişelerinin ha bire boşaltıldığı aile yemeklerinden ziyade…
Annenle bir olup çocukluğunun deniz kıyısına serilip. Bir dilim karpuzla ağzı tatlandırmaymış bayram.
Annenin huzurlu tebessümünü izlemek, babanın onurlu duruşuna göz atmak ve hayatta kalan kardeşlerinin, hısım akraba ve dostların iyiliğine tanıklık etmekmiş eski bayramlar tadı.
Denizin mavi koynuna düşen karpuz kabuğundan bir gemiye. Doğumdan bu güne anılardaki güzel düşleri yükleyebilme ve yüzdürebilme yeteneğiymiş eski bayramların tılsımı.
Nane kokulu taze anne hellimi, bayram çöreği, kan kırmızı bir karpuz, çakısdez lezzeti.. ve sofra zenginliğinden de ziyade, iç huzurun ta kendisiymiş eski bayramların efsunu.
Kavlak, kavurucu, kuru Mesarya Ovası’nın orta yerindeki, doğup büyüdüğün. Rum bir aileden kalma baba evinde, ailene ve ev sahiplerine dua ederekten, gece serinliği veranda muhabbetinin derin hazzını kavrayabilmekmiş eski bayramlar.
Delirmeden, “Deliye her gün bayram” sözünün hakkını vere vere, acılara rağmen tüm hayatı sağlıklı olduk sürece bayram tadında yaşamayı becerebilmekmiş meğer eski bayramların ruhsarı ve rahiyası.
Ve şimdi, şu an Altınkum sahilinde, denizinin koynundayken gecenin bir yarısı, sabaha doğru, yıldızları izlemekten kopup, bu satırların zihne düşmesi gibi bir delilikmiş meğer eski bayramların sırrı.
Daha nice iyi bayramlar efenim.