Avrupa Birliği’nin Türkiye stratejisinde son aylarda belirgin bir hareketlilik mevcut. Berlin ve Brüksel’in Ankara ile yeniden yakınlaşma arayışları, sadece jeopolitik zorunluluklarla açıklanabilecek bir seyir izliyor. Genişlemeden enerji güvenliğine, Doğu Akdeniz’deki istikrardan, Ukrayna savaşına kadar birçok başlık Avrupa’yı Türkiye’ye doğru itiyor. Fakat bu yakınlaşmanın önünde, yıllardır olduğu gibi tek bir siyasal dosya duruyor: Kıbrıs.
AB Komisyonu Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakereleri Genel Müdürü Gert Jan Koopman’ın son açıklamaları, bu yeni dönemin hem fırsatlarını hem de sınırlarını açıkça ortaya koyuyor. Koopman, “Türkiye bölgesel istikrara katkı sunan belirleyici bir aktördür” diyerek Ankara’nın Avrupa güvenliği açısından vazgeçilmez rolüne vurgu yapmış. Aynı konuşmada “Yapıcı angajman devam eder ve Kıbrıs meselesinde ilerleme sağlanırsa Gümrük Birliği’nin modernizasyonu da yeniden başlar” sözleri ise Brüksel’in stratejik yaklaşımında asıl belirleyicinin hâlâ Kıbrıs olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Bu ifade, diplomatik nezaketle söylenmiş bir gerçeğin altını çiziyor: AB, Türkiye’yle yakınlaşmak istiyor ancak anahtarın Kıbrıs olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmiyor.
Berlin ve Brüksel’in Hesabı: Yakınlaşma Var, Ama Şartlı
Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un partisi CDU/CSU’nun lideri Friedrich Merz, Brüksel’in Ankara politikasını açıkça dile getiren isimlerden biri oldu. Merz, Ankara temasları sonrasında “Jeopolitik durum karşısında Türkiye ile işbirliğinin gerekliliğini vurguladım” diyerek Alman dış politikasının yeni yönelimini özetlemiştir.
Fakat bu işbirliği çağrısının hemen ardından gelen cümle, tüm tabloyu netleştiriyor: “Türkiye-AB yakınlaşmasını desteklemek için atılacak adımlar üzerinde görüştük.” Bu “adımların” en kritik olanı ise GKRY’nin masaya yeniden koyduğu şartlardır.
Berlin’de, Brüksel’de; Türkiye’yi sisteme daha fazla dâhil etmek istiyor; çünkü Ortadoğu’daki tansiyon, Gazze, Rusya-Ukrayna savaşı ve yeni enerji koridorları, Avrupa’yı Ankara’ya stratejik olarak bağımlı kılıyor. Fakat aynı Avrupa, bu stratejik zorunluluğu Kıbrıs şartıyla dengelemeye çalışıyor.
GKRY’nin Dönem Başkanlığı Öncesi Yeni Diplomatik Hamleler
Tam da bu noktada, 1 Ocak 2026’da, AB dönem başkanlığını devralacak olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Hristodulidis, kendince fırsat penceresi görüyor. Hristodulidis, Güney’de yapılacak gayriresmi AB toplantılarına, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın veya Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın davet edilmesini önerdiğini açıkladı.
Bu açıklamasına şu cümleyi ekleyerek de niyetini ortaya koydu: “Bu bir AB başkanlığıdır, sadece Kıbrıs’ın başkanlığı değil.” GKRY basınında bu söz, Türkiye’ye kapı açma jesti gibi sunulsa da; Türk tarafında diplomatik bir manevra olarak okundu: Davet var, ama karşılığında istenen tavizler açık.
Çünkü aynı açıklamaların satır aralarında, AB sürecinin açılması için Ankara’nın garantörlükten vazgeçmesi gerektiği ve 1987’den beri uygulanan Kıbrıs bayraklı gemilerin Türk limanlarına giriş yasağının kaldırılması talepleri sık sık vurgulanıyor.
Bu yaklaşımın özetle söylediği şu:
“AB’ye giden yol GKRY’den geçer ve bu yolun bedeli Kıbrıs’taki Türk tezinden geri adım atmandır.” Hem AB kurumlarının, hem de GKRY liderliğinin açıklamalarına hakim olan ana çerçeve, “Kıbrıs’taki bölünmüşlüğün aşılması” söylemidir.
Fakat bu söylem, pratikte iki farklı anlama geliyor:
- AB için: Kıbrıs’ta müzakerelerin başlaması Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve siyasi diyalog kanallarının açılması için ön koşul.
- GKRY için: Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçmesi, limanların açılması, enerji iş birliklerinde GKRY’nin merkez alınması.
Bu nedenle AB’nin “çözüm yanlısı” dili ile GKRY’nin “taviz odaklı” dili aynı cümle içinde buluşuyor; ama Ankara açısından bu iki dil de aynı siyasal şartlılığı işaret ediyor.
Orta Doğu’daki gelişmeler AB’nin Kıbrıs’a bakışını yeniden şekillendiriyor. Avrupa, Gazze savaşı, enerji hatlarındaki riskler, Rusya’nın agresif politikaları ve göç baskısıyla karşı karşıya kalarak, dikkatini tekrar Kıbrıs meselesine çevirmek zorunda kalıyor. Bu nedenle Kıbrıs, sadece adanın kendi meselesi değil; Avrupa’nın güvenlik mimarisinin önemli bir bileşenine dönüşmüş durumda. AB’nin Ankara’ya “dönmek” istemesinin sebebi tam da bu. Fakat AB’nin her dönüşünde kapının önüne aynı dosya konuyor: Kıbrıs.
BTHK: “Starlink ve benzeri uydu haberleşme cihazlarının kullanımı yasaya aykırıdır, yasaktır”
İçeriği Görüntüle
Bugün gelinen noktada:
- AB, Türkiye olmadan bölgesel istikrarın sağlanamayacağını artık açıkça kabul ediyor.
- Berlin ve Brüksel, Türkiye ile yeniden diyalog istiyor.
- Koopman gibi yetkililer Türkiye’nin “Avrupa vizyonunun ayrılmaz parçası” olduğunu söylüyor.
- Merz gibi aktörler jeopolitik zorunluluğu itiraf ediyor.
- GKRY ise dönem başkanlığını kullanarak Kıbrıs şartını yeniden masaya taşıyor.
.
AB’nin Türkiye stratejisi yeniden yazılıyor, fakat satır aralarında her zaman aynı cümle var: “Kıbrıs meselesinde ilerleme olmadan hiçbir şey tam anlamıyla başlamaz.”AB ve Türkiye arasındaki yakınlaşma, diplomatik nezaketin ötesinde bir jeopolitik zorunluluk ürünü. Ancak Kıbrıs dosyası, bu sürecin hem tetikleyeni hem sınırlayıcısı olarak hâlâ masada duruyor. AB’nin stratejisi ile GKRY’nin hamleleri, Ankara’nın adım atmasını şartlara bağlarken, bölgedeki güç dengesi ve enerji güvenliği, bu yakınlaşmayı zorunlu ama kontrollü kılıyor. Sonuç olarak, AB–Türkiye ilişkilerinde görünür ilerleme, Kıbrıs’ta somut bir çözüm olmadan sınırlı kalacak gibi görünüyor.
Kaynak : Halkın Sesi


