Atatürkçüyüm diye geçinenler de bu duruma sessiz kalıyor ya… En acısı da bu…
Ve sordum kendime “Atatürk yaşasaydı ve bu olanları görseydi ne derdi acaba” diye…
Aslında bunların hepsi de 40 bin şehidin kanını döken, ülkemizin gelişmesine yaptığı terör eylemleri ile engel olan PKK’nın gerçek yüzünü unutturmak, terör sorununu bize sözde “Kürt sorunu” diye yutturmak istiyorlar.
Yani anlayacağınız bu şahıslar ve oluşumlar başta PKK ve uzantıları olmak üzere tüm bölücülere hizmet ediyorlar.
O nedenle “PKK ve siyasi uzantıları Türkiye’yi bölmek falan istemiyor, bu paranoyayı bırakın” diyenlerin yalan söylediklerini bizzat PKK belgeleri ile bir kez daha ispatlama ihtiyacı duydum.
PKK’nın temel hedefi kurulduğu ilk günden itibaren terörü ana yöntem olarak kullanarak Türkiye’ye parçalamak, bölmek ve nihayetinde “BÜYÜK KÜRDİSTAN” kurmaktır.
Bunu şimdi belgeleri ile hatırlatalım.
Terör örgütü PKK, 1981’de Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde yaptığı sözde Birinci Konferansı’nda ana amacını bağımsızlık ve Türkiye’yi parçalamak olarak tayin ve ilan etmiştir.
Terör örgütünün aldığı bu karar, Ocak 1981 tarihli PKK’nın bizzat kendi yayın organında “bağımsızlık mücadelesi” ifadeleriyle net bir şekilde ifade edilmiştir.
PKK’nın kuruluş belgelerinde “bağımsızlık mücadelesi” yazarken, hâlâ “kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor” diyerek Türk milletini uyutmaya çalışanları Türk milletinin vicdanına ve aklına havale ediyorum…
Terör örgütü PKK, 1982 yılına gelindiğinde sözde 2. Kongresinde Türkiye bölme hedeflerini daha da keskinleştirmiştir.
Öyle ki terör örgütü PKK, bütün dünyayı Aralık 1982 tarihli yayın propaganda organında Türk Milletine hakaretler savurarak, Türkiye’de sözde “Faşist Türk sömürgeciliğine karşı” Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da halkı direnişe ve terör eylemlerine desteğe davet etmişti.
Bu sözler ve çağrılar bölücülük değilse nedir?
Terör örgütü PKK 1983 gibi erken denilebilecek faaliyet dönemlerinde dahi, Türkiye’de bir iç savaş çıkarmak için etnik çatışmalar yanında Sünni-Alevi şeklinde mezhep çatışmaları oluşturmak için çalışmış ve aşağıda görüldüğü gibi kendi propaganda organlarında tarihsel çarpıtmalar içeren yayımlar yapmıştır.
1984-1990 yılları arasında Avrupa’da kendini “Kürdistan İşçi Partisi” olarak tanıtan PKK, Avrupa Devletlerinden aldığı destekle propaganda faaliyetlerini uluslararası alana yaymıştır.
Avrupa basını ve ajanslar PKK’nın her silahlı eylemini “Kürdistan İşçi Partisi Türkiye tarafından işgal edilen topraklarını kurtarmak amacıyla silaha sarıldı” başlıkları ile duyurmuşlardır.
“Türkiye’nin işgal ettiği Kürdistan” demek bölücülük değilse nedir?
Allah aşkına kimi kandırıyorsunuz?
1989 yılında ise terör örgütü, İsveç’te hazırlanmış, sözde “Kürdistan Ulusal Anayasası’nı” Almanya’nın o dönemdeki başkenti Bonn’un Bad Godesberg kasabasında PKK’nın sözde basın merkezinde açıkladı.
Anayasa hazırlayan PKK ve uzantıları Türkiye’yi bölmek istemiyormuş ha?
Kargaların bile güleceği bu yalana bizim inanmamızı istiyorlar!
Bunlar gerçekten Türk Milletini aşağılıyorlar!
Neyse devam edelim..
1990’lı yıllarda PKK, Körfez Savaşı’nın getirdiği hassas ortamdan istifade ile sözde “Büyük Kürdistan” hedefi doğrultusunda uluslararası güçlerin desteğini almaya yönelik bir strateji izlemiştir. B u dönemde örgütün propaganda organları “Kürdistan devrimi tamponlanamaz” , “Halkımızın seçeneği Kürdistan Halk Cumhuriyetidir” şeklinde yayımlar yapmaya devam etmiştir.
1992 yılına gelindiğinde PKK terörü diğer devletlerden de aldığı desteklerle iyice azgınlaşmıştı. Öyle ki PKK’nın propaganda organları “Kürdistan Türkiye Cumhuriyeti’ne mezar oluyor” şeklinde yayımlar yapıyorlardı.
Hâiâ PKK ve siyasi uzantılarının Türkiye’yi bölmeyi hedeflediğine ikna olmayan varsa, devam edelim.
1993 yılında ise PKK ile Türkiye içindeki legal uzantıları adeta uluslararası bir işbirliği inşa etme sürecine girmişlerdir. Öyle ki “Kuzey Kürdistan yurtseverleri” adı altında dönemin DEP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Kemal Burkay Bekaa Vadisi’ne giderek, Talabani ve terör örgütü lideriyle birlikte ittifak anlaşmaları imzalamıştır..
PKK’nın medyası ise bunu “Kürdistan’da Ulusal güçlerin birliği ve pratik gelişmeler” ifadeleriyle duyurmuştur.
Yani PKK ve DEP aynı bütünün parçalarıydı.
Bu arada hatırlatalım, PKK’nın geçenlerde düşen helikopterlerini Talabani “Ben verdim” diyerek sahiplenmişti…
Hâlâ PKK ve siyasi uzantılarının Türkiye’yi bölmeyi hedeflediğini biz yine “kör göze parmak şeklinde bizzat PKK ve uzantılarının kendi belgeleriyle anlatmaya” devam edelim.
PKK, Türkiye’yi bölünceye kadar ya da bölünme için siyasal ortam oluşuncaya kadar Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik silahlı terör eylemlerinden asla vazgeçmeyeceğini sürekli açıklamaktadır.
Öyle ki Ekim 1995 tarihli PKK, propaganda organlarında “Türk askeri düşman” olarak ifade edilmiş ve “Düşmana sıkacağınız her kurşunda yaşayacaksınız” şeklinde talimatlar verilmiştir.
Dikkat edin, “siyasal ortam oluşuncaya kadar” ifadesini özellikle kullanıyorum.
Zira PKK, ne zaman bölünmeye zemin hazırlayan bir siyasal ortamın oluşabileceğine kanaat getirse, o vakit eylemsizlik kararı alır.
Hatırlayınız, PKK 15 Temmuz öncesinde de özellikle askere karşı eylemsizlik kararı almış ve böylece FETÖCÜ askerlere darbe hazırlıkları için zemin hazırlamıştı.,
Bu da PKK ve FETÖ’nün organik bağına açık bir delidir.…
2000’li yıllarda da PKK, terör eylemlerinin yanı sıra dernek, vakıf, siyasi parti ve diğer platformlara sızmayı Türkiye topraklarında sözde Kürdistan hedefini elde etmede bir yöntem olarak daha yoğun şekilde kullanmaya başlamıştır.
Öyle ki Türkiye’yi bölmek için her şeyi yapacaklarını ”Özgürlük için her şey yapılacak” şeklinde kendi yayım organlarında ilan etmişti.
Allah aşkına Türkiye’de kim esir? Bu soruya “PKK ve siyasi uzantıları Türkiye’yi bölmek falan istemiyor, bu paranoyayı bırakın” diyenler cevap vermelidir!
2001 yılına gelindiğinde terör örgütü “Çözüm İçin Temel Taktik; Siyasal Serhildan” yani tüm zeminlerde siyasal ayaklanma çağrılarında bulunmuş ve çözümden kastının Kürdistan kurmak olduğunu saklamayarak, kendi uzantısı olan ya da sızdığı siyasi yapılara talimat vermiştir.
PKK bu dönemde, Türkiye toprakları üzerinde sözde Kürdistan kurma hedefini elde etmek için barış, demokrasi ve özgürlükler kılıfı altında sivil toplum, siyasi partiler ve legal kitle örgütlerini kullanarak toplumsal zemin kazanma stratejisine yöneldiğini kendi yayım organlarında “Sivil Toplum, Demokrasi ve Kitle Örgütleri Üzerine” başlığı ile açıklamıştır.
Yani günümüzde inatla terör örgütü PKK’yı aklamaya çalışan, onları barış havarisi olarak göstermeye çalışanlar bu stratejinin emrettiği ajandayı izlemektedir…
2003’de de örgüt bu kez de “sabrımız kalmadı; ya özgürlük ya serhildan yani ayaklanma” başlığı ile yayımlar yapmaya ve tehditler savurmaya devam etmiştir. Türkiye’yi bölmek ve iç savaş çıkartmak için halkı her zaman olduğu gibi kışkırtarak “ayaklanmaya çağırmıştır”
2008’de ise PKK, Türkiye’yi ayaklanmalarla parçalama stratejini de “İmralı sistemini serhildanlarla yıkacağız” şeklinde duyurmuştur.
2008 yılı sonunda da örgüt, bu yılın ayaklanma girişimleri ile dolu bir yıl olduğunu propaganda organlarındaki “2008 inancın serhildanlara dönüştüğü yıl oldu” şeklindeki başlıklarla duyurmuştur.
2009 yılında ise PKK ve yandaşları hedeflerine ulaşmak için “demokrasi, barış ve özgürlük” sloganları ile en uygun siyasi zemini oluşmasını sağlamışlardı.
Bu zeminin adı sözde “Çözüm Süreci”, sözde “Çözülme Süreci” idi. Çözüm Süreci’nin resmi olarak başlamasıyla birlikte PKK militanları açık bir şekilde sözde barış elçisi ilan edilmiş, PKK’nın siyasi uzantılarının temsilcileri ise zafer işaretleri yapan bu teröristleri davul zurnalarla karşılamıştı.
Bu teröristleri hukuken sağlama almak için seyyar mahkemeler dahi kurulmuştu.
Maalesef inanılmaz bir zemin elde etmişti
2009 yılında bir DTP Milletvekili sözde “Kürdistan” sınırlarını belirlediklerini söyleyerek Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’ndaki illeri tek tek sayarak buralarının ayrı bir bölge olduğunu” ifade eden açıklamalarda bulunmuştur.
Çözüm Süreci’nin tüm etkisiyle sürdüğü 2011 yılında dahi PKK, sözde devrimci halk savaşından asla vazgeçmediğini açık açık kendi yayın organlarında ifade ederek Türkiye Cumhuriyeti’ni tehdit ediyordu.
Aynı günlerde Çözüm Süreci’nin koşullarını da kendisi tayin etmek isteyen terör örgütü “Kürt halkı statüsüzlüğü asla kabul etmeyecek” diyerek hızla statü yani önce özerklik ardından federasyon çağrılarında bulunuyordu.
Tabii bir önceki yazımda anlattığım gibi bu statü talebi masumane bir talep değildir. Bu talepler uluslararası hukukta “ayrılma hakkının elde edilebilmesi için” yapılıyordu.
Uluslararası hukuka göre, anayasada bir topluma statü verildiğinde o toplum, yapılacak bir referandumla ayrılma hakkını, yani kendi kaderini tayin hakkını, elde edecek bir halka dönüşmekteydi.
İşte tüm bu taleplerin altında yatan asıl niyet Türkiye’yi bölmekti.
2012 yılına gelindiğinde Suriye İç Savaşı’nı da adeta bir fırsat olarak terör örgütü kendi propaganda gazetelerinde; Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerini Kuzey Kürdistan olarak niteleyerek “Kuzey Kürdistan’daki mücadele Kürdistan’ın bütün parçalarında oluşacak statünün doğrultusunu belirleyecektir” şeklinde yayımlar yapmış ve sözde “BÜYÜK KÜRDİSTAN” kurma hedefini açıkça tekrarlamıştır.
2012 yılında PKK, ayaklanma, bölme, parçalama tehditleri savururken, dönemin bir BDP Milletvekili ise PKK gazetesine verdiği demeçte, terör sorununu Kürt Sorunu olarak nitelemiş ve “Kürtlerin kendi kaderini kararlaştırabilmesi ve en uygun federalizm tipini seçebilmesi için Öcalan, PKK, BDP ve Kürdistan Bölgesi ile masaya oturulmalı” demiştir.
Böylece ağzındaki “uluslararası hukukta ayrılma hakkını ifade eden kendi kaderini tayin” baklasını ağzından çıkarmıştır.
Çözüm Süreci’nde verilen onca tavizden tatmin olmayan ve verdiği sözlerde durmayan PKK, 2012-2015 yılarında ülkeyi adeta kan gölüne çevirmişti.
PKK, devletin güvenlik güçlerinin adeta sadece seyreder vaziyette tutulduğu Çözüm Süreci’ndeki garip ortamdan istifade ile şehirleri cephaneliğe çevirmiş, şehirlerin etrafına hendekler kazarak şehirleri neredeyse kontrol altına almıştı.
Devlet bu şehirlerdeki kontrolü tekrar almak istediğinde ise PKK ile mücadele neredeyse bir iç savaşa dönüşüyordu.
2015 yılında ise dönemin HDP Eş Genel Başkanı şimdilerin demokrasi ve barış havarisi olarak gösterilmeye çalışılan Selahattin Demirtaş; “Savaşa devam edeceğiz, Kürdistan’ı kuracağız” şeklinde pervasızca açıklamalar yapıyordu.
2015’te İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenen 2. Sakine Cansız Kadın Festivali’nde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise “Kobani’de Irak’ta olduğu gibi tampon bir bölgede bağımsız Kürdistan’ı kuracağız” diyordu.
2017’de ise HDP eski milletvekili Ahmet Türk ise yılında “Kürtlerin devlet hasreti giderilmelidir” diye demeç veriyordu.
2022 yılına gelindiğinde ise HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın ise “Kürdistani ittifakı en kısa zamanda kuracağız” şeklinde açıklamaları basında yer alıyordu.
Atatürkçü geçinenlerin bu ve benzeri şahıslara ya da oluşumlara “Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürdistan diye bir yer yoktur, sen ne diyorsun” diye de sormaması aslında en acısıdır!
İşte size PKK ve siyasi uzantılarının asıl hedeflerinin “Türkiye topraklarında bir Kürt Devleti kurmak olduğuna” dair bizzat PKK ve siyasi uzantılarının belge ve söylemlerinden sadece birkaç örnek verdim.
Bazıları “PKK ve siyasi uzantıları Türkiye’yi bölmek falan istemiyor, bu paranoyayı bırakın” diyenler hâlâ bu görüşlerinde ısrar ediyorsa, biliniz ki onlar Türk milletini uyuşturmayı ve böylece PKK ve uzantılarının Türkiye’yi bölme hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.
Bu gerçekleri görüp de, sadece PKK değil tüm bölücülerle siyasi menfaat uğruna işbirliği yapanları tüm Atatürkçü vatanperverlerin kınamasını beklerim.
Kınamayanlar da biliniz ki gerçek Atatürkçü değildir.
Bölücülerle iş birliği yapanları ise zaten geçiniz…
Atatürk yaşasaydı ve bu olanları görseydi, ne derdi acaba?