20 Temmuz 2023 gece yarısı…
Lefke civarında, 1964 yılında Cengiz Topel’in uyarı uçuşu yaptığı sırada jet uçağının Rumlar tarafından düşürüldüğü mevkiye yakın bir noktada havuz başı keyfindeyim, tek başıma.
Sosyal medyada geziniyorum. Rumlar bir yandan, Kıbrıslı Türkler diğer yandan gözyaşı dökerek savaşın acılarını, çirkinliklerini anlatıyor. Tarihi video kayıtları 1974 yılına ait, siyah beyaz.
Rum’u da Türk’ü de ağlıyor!
Bir Rum baba’ 1974 kayıtlarında “Eşim, bebeğimiz kucağındayken göğsünden vurularak öldürülmüş. İki gün boyunca kızım annesinin memesinden sızan kanla karışık sütü emerek hayatta kalmış” diyor acıyla. Dehşet verici bir dram.
Kıbrıslı Türk bir babaya, 15 yıl evvel uzattığım mikrofona “Eve döndüğümde karımı, anamı babamı ve hatta 1 yaşındaki evladımı bile şehit ettiklerini öğrendiğim günden beri yaşayan ölüyüm” diyordu Muratağa şehitliğinde ağlayarak.
Üzerinden 49 yıl geçmiş.. Kan, kin, öfke ve ötekicilik hırsına. Bu ada coğrafyasından binlerce kilometre ötelerde olan bazı çıkar savaşçılarının aşkına.
Ne uğruna, birilerinin çıkarları için dili dini ırkı ne olursa olsun, külli halkın canı, kanı ve hayatı pahasına. Suçlu kim, elbette ne Kıbrıslı Rum ne de Türk halkı.
Suçlu, kasten, halkları nefrete gark ederek, halklar adına hakkı olmayanları gaspetme hakkını kendine helal sayan başlarda!
Suç, ötekileştirende, ayrıştıranda, farklılıkları hazmedemeyende.
Bu katlin zanlıları aynıcı, benzerci, bizdenci tektipçiler, tetikçi katiller.
Aradan geçen 49 yıla rağmen hala varlar,
bu ırkçı, cahil, farklılık düşmanı mankafalar mevcudiyetini koruyor hala!
Yakın geçmiş bir zamanda şahsen başımdan geçen bir vakayla bu ötekileştirci nefretçilerin varlığını anlatayım size.
Aniden tepemde belirerek “Kıbrıslıların konuşmasını zefleyemen sen, anlarım ben be garasakal” diyen, elilerinin ortalarını yaşadığı belli olan adam, ağzından köpük saçarak nefret kusmaya başladı.
Oysa anlaşılmayacak bir şey yoktu. Bu güne değin katıldığım tv programlarında, verdiğim röportajlarda, kendi radyo ve tv programımda sorulduğu vakit aile göç hikayemi hep anlatmıştım.
1975 yılının böyle bir Temmuz’unda Adana Osmaniye Çukurova’sından göçe duran, Avşar’ların Yörük ailelerinden Özerler kabilesine bağlı Haliloğulları Yozcular aşiretinin bir üyesi, 6 aylık kundakta bir bebek olarak ben de Kıbrıs göç katarıyla adaya getirilmişim.
Herkes Kıbrıs’ta mı doğmak zorunda. Annen baban illa bu coğrafya aidiyetinden mi gelmeli? Onlar gibi olmak zorunda mısın? Aynı dil neyse de aynı ağzı ve dil kültürünü kullanma mecburiyeti niye dayatılır?
Vazgeçin bu çirkinlikten artık yahu!
Hepimizin aynı evde doğması, benzer sofralarda beslenmesi mümkün mü? Sırf aynı mahallede doğdu diye, külli meskenin aynı düşünmesi ne mümkün?!
Mantıklı mı?
Farklılıklardan neden korkar insan veya ne diye öteki görür. Bu doğal bir süreç mi yoksa ruhsal bir hastalık mı?
Bizdencilik ırkçılığı Avrupa Asya veya Amerika dahil her yerde aynı.
En komik ve garip olan Türk’ün Türk’e ırkçılığı.
Dilimize pelesenk bir hayıflanma var ki süre gider. Nedir o “Eskiden kapıları kilitlemeden yatardık, bir sandalyeyi dükkan kapısına koyar çıkar giderdik. Ne hırsızlık olurdu ne de arsızlık. Şimdi öyle mi ya!” Hayıflanmaları.
Bir çokları bu gibi insani güzel ahlakın adamıza mahsus olduğunu zanneder.
Oysa kazın ayağı öyle değil. Biraz ingilizceniz varsa, geçmişte, dünyanın çeşitli yerlerinde aynı güvenlik rahatlığının yaşandığını öğrenirsiniz.
Aynı rahatlık ve güvenlik kültürü dünyanın geniş bir bölgedinde de vardı, Anadolu’da da.
Bu güvenlik ferahı varken de kökencilik
milliyetçiliği yoktu.
Bugüne baktığımızda, şu küçücük adada bile ağızcılığa kadar indirgenmiş bir kökencilik faşizmi gizli bir canavar.
Gelelim yazı başlığı meselemize.
Her zaman gittiğim ortamı sakin bir çorbacıdayım. Benden diksiyon eğitimi desteği alan, hayat koçu Lefkoşalı bir arkadaşımın seslendirdiği Divan Edebiyatı şiirini yorumlamam için beni aradı.
Kulaklıktan cevap verdim.
Şiiri seslendirirken Kıbrıs Ağzı tonlamasında hatalı seslendirdiği kelimelerin doğru vurgulama telafuzlarını öğretmeye çalışıyorum.
Şiiri önce olması gereken makamda doğru tonlama ve fonetikle okuduktan sonra; aynı şiiri Kıbrıs ağzı tonlamasıyla seslendirdim.
Bu esnada telefondaki öğrencim Kıbrıs ağzı boğumlamasında okuduğum divan eserine gülmeye başladı.
Çünkü iki ayrı seslendirme arasındaki farkı çok iyi anlamıştı. Ben de güldüm. Hocam en yakın zamanda bir araya gelip bunu çalışalım diye konuşurken..
Tepemde beliren sarılığı kırlığa dönüşmüş sakallarıyla iri kıyım, oldukça kaba ve patavatsız bir afa, ağzından köpük saçarcasına “Neçin Kıbrıslıların gonuşmasıynan dalga geçen” diye çıkışmaz mı?
Hayır beyfendi siz yanlış anladınız. Telefonda, benden diksiyon eğitimi alan Kıbrıslı Türk olan bir arkadaşıma Kıbrıs ağzı ile doğru vurgulama ve boğumlamanın farkını gösterip öğretmeye çalışıyorum diyorum amma ve lakin anlayan/dinleyen beri gele.
Adam beni katiyen tanımıyor, tanıyacak hali de yok, zira alkolden burnunun ucunu görmüyor. Meram anlatmaya çalışırken bizim afa iyice celallendi ve tek kışkırtıcı bir durum yaratmamama rağmen üzerime yürüdü.
Abi siz yanlış anladınız deyip durumu izah etmete çalışıyorum. Doğduğumdan bu güne adada yaşıyorum, insan kendi toplumunun ağzıyla neden dalga geçsin ki! Siz sarhoşsunuz lütfen sakin olun, ben de Kıbrıslıyım.
Ve İngiltere’de yaşayıp yazları adaya dönen zatı muhteremden o ünlü cevap ağızdan çıkmakta gecikmedi “Kıbrıslı değilsin sen, ben anlarım, sarhoş değilim, sen garasakalsın ” demez mi?!!….
Ben sadece gülümsedim ve susa durdum, sustum. Bu denli alçalan birinin seviyesine düşecek denli kendimi değersiz hissetmedim hiç!
Orada oturan ve garasakal söyleminden rahatsız olan bir başka ağabeyimiz de “Ne diyon lan sen” diye ayağa kalkınca!!!
Sakince çantamı toparlayıp, hiç bir suçum günahım olmamasına rağmen diğer ikisini sakinleştirmeye çalışan mekan sahibinden yüz mimiklerimle özür dileyip orayı terk ettim.
Bir Rum ananın acısını anlamasını bekle gel de bu insandan. Bir Tük babanın oğlunu şehit vermesinin acısına empati bekle gel de. Bu bizdenci faşist ve ikircikli zihniyete bir şey anlatamazsın.
Bazılarının ilk önce kendi toplumu içindeki farklılıkları kabullenip sevmeyi ve saygı duymayı öğrenmesi gerek.
Kimsenin ne kullandığı ağız türü, ne de yüzünden dilinden dökülen kiri beni ilgilendirmez.
Ben sadece işimi yapar, dileyen eğitimli kişiye eğitimine yaraşır bir telafuz kazandırırım.
Benim filanım, benim insanım, benim toplumum, benim ailem dünyanın en iyi insanıları diyorsun ya, sana iyiydi iki gözüm başkasına kötü, bunu bilmen gerek.