Sustum ki göçük altında kalanların fısıltılı figanları duyulsun.
40 gün boyunca sustum, sürdü yasım, söndü yazım.
Şimdi diyeceğim o ki:
Sonucunu bilmene rağmen tedbirini almayıp vazgeçmediğin şey, Tanrın olur.
Oysa tanrı gücü zarar verici değil, koruyucu olandır. Ve gözardı etmek koruyup kollamaz, ölümcül de olabilir.
İhmal, Ortadoğu coğrafyasının dünyevi tanrısıdır mesela.
Aşık olduğunda, canın yanacağını bile bile aşka yürüdüğünde, aşk, ilahın olur.
Aslında öldüren Tanrı’nın acımasızlığı değil. Acımasız kulunun ihmal, suistimal ve günahkarlığıdır.
Göçük altında can, canan, candaşlarım. Göçük altında canım kanım, insanım.
Kiminin hayatı gitti, kiminin hayatını oluşturan anıları. Çocukluğunun sokakları gitti..
Sükut etmek, siyasi handikaplardan, sansasyonel hırstan, asparagas haklılıklardan evladır diyerek sustum, yazmadım.
Sustum ki göçük altında kalanların fısıltılı figanları duyulsun.
Sustum ki, kayıp acılarına saygım olsun.
Bazen uzun süreli suskunluk iyidir. İnsanlığın inceliğini hatırlatır.
Zira susmayıp da konuşsam, ne yazsam boş, aşkı yazsam sevdiğini, eşini yitiren çok.
Çocukluk anılarına gitsek çocuğunu ve çocukluğunu kaybedeni üzerim.
Anaya babaya dair bir şeyler karalasam, öksüzün yetimin yarasını deşerim.
Mutlu, umutlu günler tablosu çizsem kimsenin gönlünü eyleyemem.
Şiirden edebiyatan dem vursam herkesin gönülleri kırık, kelimeler kifayetsiz kalır, ruhları hoş edemem!
Evini, işini kaybetmek, eşini evladını yitirmeye benzemez. Ev yeniden alınabilir, bir başka iş bululanabilir. Ama, evi ve işi değerli kılan eşini ve evladını kaybettiğinde her şeyini kaybetmiş olursun.
Pandemi bulaşında iki yıl evlerinden çıkması yasaklananların ne içinde yaşadıkları evi kaldı, ne de dışarda bekleyecekleri sokakları.
Pandemi bulaşı bitti ekonomik çöküş başladı, enflasyonla savaşırken canlarımız depremin göçüğü altında kaldı.
O da yetmedi, bağışlarla, teberru edinilen çadırlar depremzedelere dağıtılmak yerine depolarda tutulup satışa kalkışıldı.
Bu satış, çadır değil, insanlık pazarlığıydı.
Dahası, bir de üstüne sel felaketi ve göçük aktında kakan çocuklarımızın ölümcül sessizliği.
Kader diye bir yazgı elbet var. Deprem, doğal bir felakettir, evet.
Ama çürük yapılaşma, malzemeden çalma ve denetimsizlik kader değil, katilliktir.
Önüne geçilebilinirdi.
Hala da geçilebilir
Deprem kaderdendir, doğal bir afettir, evet bu doğru.
Ama, hırsızlıkla, tedbirsiz yapılan ev, konut, apartman, otel ve rezidanslarınızın molozu altında kalıp can vermek, katliamdır.
Kontrol ve kiriş analizleriyle önleyebilinirdi!
Zelzele jeolojik bir doğal enerji tepkilemedir, evet.
Uygun olmayan zeminlere imar izni vererek. İnsanların sakat kalması, travma sahibi olması, kaderden değildir.
Topluma her şeyi kaderin oyunu diye yutturmak oyunu artık tutmuyor.
Televizyon programları eş buluyor, eşleri barıştırıyor, temizlik öğretiyor, yemek yapmayı ve sofra adabı pompalıyor.
Gazeteler manşetlerimi siyasi övgülere veya sövmelere ayırıyor.
Tarih, coğrafya, gerçekler ve toplumu bilinçlendirecek programlar ve yayınlar rağbet görmüyor.
İnsanların canları, malları, evleri/barkları sokaklarındaki anıları göçük altında kaldı.
Peki ders alınıyor mu? Hayır efenim alınmıyor. Ve gittikçe sıra susanlara geliyor!
Çocuklar uyurken susulur, ölürken değil.
Anası, çocukluk anısı ve çocuğu göçük altında kalana acıyı sor da.
Acıya sebep olan hırsıza da sebeb sor!
Yoksa halin zor!