Ben, sen, o veya biz kimiz? Siz veya onlar ki?
Anlatayım efenim…
Ben, yarı bağımsız bir hilal aydım gökte. Sen, tamamı tutulmuş ve fakat hala ışık saçan saklı bir güneş.
Milyarlarcasının içinde kayıp, takımsız, ama yine de bir yıldız. Bulutsuz yalım çıngısı, yağmur damlacığının zerresi.
Bazan zifiri karanlıkta kör yarasa, kah kıpkızıl ılık bir aydınlık…
Gökte urup ay parçası, yapayalnız yıldızın tozu, güneş huzmeciği, sonsuz boşlukta bir lasecik varlıcık.
Yeryüzünde bilinmezlikten gelen bir varlığın, kayıp bir aşkın gölgesinin, silüetinin, karaltısının farazileriydik hep beraber oysa.
Ne onlar bizi varsayıp kabullenemiyorlardı, ne de biz kendimizi. Hatta biz ikimiz bile çekemiyorduk birbirimizi.
Ne olduğu muamma, 74 sonrası her biri bir yerlerden toplama, eşyasını sırrına vurup gelenler, insancıklar.
Savaştan, ölüm korkusundan, açlıktan, düşmandan, yokluktan kaçıp mecburen bir araya getirilmiş insanların oluşturduğu rastgele aynı toprağa konaklamış kampçılar gibiydik.
Deniz aşırı gelenlerle güneyden göç edenler, Rumların ardında bıraktığı mülke yerleşme telaşındayken.
Göçten muaf, yerinde yurdunda olup biteni izleyenler her iki göçmen tarafına hakir bakarak, neler olacağını bekleyedurdular.
Ne güneyden gelen, ne de denizaşırının kuzeyinden gelenler halinden memnun değildi. Daha da memnuniyetsiz ve mutsuz olansa hem savaşı sezmemiş, savaşın acısı tenine ve etine değmemiş, yüreğine dokunmamış, sadece mal ve mülk kaybına uğramış olanlardı.
Adım Hayali Kıbrıslı, Hayati Kıbrıslı Türk, Farazi Kıbrıs Türkü, Marazi Kıbrıslıtürk. Ve veya göçmen, yerleşik, gendigelen, deniz artığı..
Sen ne dersen de, nasıl görürsen gör.
Mecburen birbirine karıştırılmış insancıklardık. Mutluluğu, huzuru, yaşamı ararken zaruri birlikten maraza kapılanlarımız vardı.
Biri diğerinin kılık kıyafetini eleştiriyordu, bir diğeri öbürünün yemeğini, sofrasını. Gelenek görenekleri bile ortalama aynıydı oysa. Bayramlar, ibadet, Tanrısı aynıydı.
Epi topu, kuş uçuşu üç yüz kilometre karelik alanı kapsayan Akdeniz kolonisiydik.
1975 Temmuz ayı.. ölümden ve umutsuzluktan kaçanlar. Yayan yapıl kan iziyle Güney Kıbrıs’tan Kuzey Kıbrıs topraklarına yürüyerek, koşarak, traktörlerle, rum taksicilerle, kaçak köçek dağ patikalarından Kuzey Kıbrıs topraklarına sığınıyordu.
Bizim gibilerse miadı çoktan dolmuş bir yolcu gemisi sallantısında, kucaklarında kundakta altı aylık bendenizle. Çalıştığı devlet kurumu Demir Çelik sanayiinden “Vatan Kurtarmaya” gidiyorsunuz gazıyla Kıbrıs’a görevlendirilen vatanperver babaların evlatlarıydık.
Kimisi sağ sol çatışmalarının bıkkınlığından, topraksızlıktan, yokluktan, siyasi belirsizlikten palas pandıras henüz adı bile konmamış Kıbrıs adasının kuzeyindeki topraklara göç ediyordu.
Anadolu’nun Akdeniz bölgedinden akın eden göçün de, adanın güneyden akan göç kervanının da tek gayesi ölüm korkusu olmadan yaşamak, ekmek gayesi, geçim, gelecek korkusu ve vs. değil de neydi?
Gelenlerin, göç eden ve veya ettirilenlerin tek derdi umut ve mutluluktu oysa. Oysa hangi savaşın sonrası yarım asır mutluluk görmüştü ki biz görecektik?
Peki bu savaş göç ve öç sonrası şimdi kim ne kadar ihya ve mutlu.
Sahi mutluluğun süresi var mıdır?
Oysa.. Sonsuz mutluluk diye bir şey yok.
En uzun, yüksek adrenalin mutluluk duygusu süreci 1 dakikayı geçmez, geçerse bünye fiziksel tepkilemeye girer.
En şiddetli mutluluk 30 saniye sürebilir sadece.
Sıkıntı hissi, güne yayılan/değişken, anlık.
Kötülük duygusu kişinin fesatlığına, kibrine, adiliğine bağlı olarak ömür boyu!
Huzur, sevdiğin insanlarla veya seni dinlendiren yalnızlığın boyunca!
Sevgi, verebildiğin, hissedebildiğin sürece fiziksel ve ruhsal en faydalı, en uzun sürebilirliği olan bir duygudur.
Hayat devam ediyor, siyaseti bırakıp birbirinize sarılın ve sevin!
Ve size “Kimsin be sen?” Diye soranlara kim olduğunuzu şöyle anlatın.
Gösterişli konaklarımız sizin olsun varsın.
Sokaklar, sokak lambaları ve teldeki kuş,
sokak yalnızlığının iti, eniği, püsüğü benim.
Köşeyi dönen afili bankerler olun ister,
köşebaşında dikdörtgen bank ve duldası,
koyu gölgesinin ağacı altındaki toprak,
Ve toprağın çiçeği benim, dinginlik benim.
Omuzlardaki yıldızlar mülkünüz olsun.
Göktekiler, denizdekiler, unvanı benim.
Güneşin siyasi gücü size vura dursun
ışığı, ısısı ve aydınlatıcılığı benim.
Koftiden makamlar, rakamlar sizin olsun.
Müzik makamları, besteler, güfteler benim
İnsan benim, vicdan benim, halk benim.
Gün gelir siz de düşersiniz elbet sokağa
açık hava, güneş, rüzgar, ay ışığı benim.
Siz iş adamı, siyaset adamı, mevki damı,
bense tek başına afili sokam adamı.
Adamlık benim, sokaklar benim.
Ölüm, elbet, kalleşliğinizden gelirse de,
ölümsüzlük hatrının hatıratı benim.
Ben kim miyim? Hiiiç!, Sokaklarda bir insancık.