Hayatımızda keşke hiç yaşanmasaydı dediğim 2023 geride kaldı, 2023 ve öncesinden katlanarak gelen sorunlarla 2024’e girdik.
Girmesine girdik de, benim şahsen ne 2024’den ne de yakın gelecekten zerre zırnık umudum yok.
Millet at gözlüğünü takmış, gemisini kurtaran kaptandır moduna girmiş, hem KKTC’de hem de Türkiye’de ortam resmen açık hava tımarhanesine dönmüş, ama sanki kimsenin umurunda değil.
Bilimsel ve evrensel kurallarla değil, çağdışı bir zihniyetle yönetilen ekonomi mahvolmuş, sağlık sistemi çökmüş, siyaset kokuşmuşlukta sınır tanımamış, çağdaş bilimsel temellerden tamamen uzaklaşan eğitim sistemi nerdeyse tamamen çökmüş, vatandaşın güvenliği Allah’a emanet olmuş, memleket sorma gir hanına dönmüş, dünyanın serserisi haydudu memlekete doluşmuş, envai tür terörist memlekete doluşmuş, envai tür ne idüğü belirsiz memlekete doluşmuş, din sömürüsünden beslenen ve (şimdilik) silahsız görünen tarikat-cemaat kılığındaki devlet düşmanı terör örgütleri her tarafı sarmış, her türlü yolsuzluk ve soysuzluk gündelik hayatın bir parçası olmuş durumda…
Ancak bütün bunlar iyi niyetle ve rasyonel akılla çözümü olan sorunlar.
Niyet olursa insan yapısı her türlü sorun çözülebilir, yeter ki niyet olsun.
Şu anda Türkiye’nin esas sorunu kapıyı gümbür gümbür çalan, göz göre göre gelen ve kimsenin gerçek anlamda umursamadığı DEPREMDİR…
Türkiye şu anda dört bir tarafından, tabir-i caizse, zangır zangır depremlerle sallanıyor.
Alınacak tedbirlerle yıkımı engellenebilir olan ama engellenmeyen 6 Şubat depremi, ki gelmiş geçmiş insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biridir, bizi ezdi geçti.
Resmi rakamlar “50 binden fazla…” can kaybı diyor ama bu rakamın ucu açık, zaten o yüzden sayacı 50 binde durdurdular ve ucuna da “fazla” kelimesini eklediler.
Can kaybı 50 bin rakamının çok çok üstündedir, belki de misli misli katlarıdır, bunu hiçbir zaman gerçekten öğrenemeyeceğiz, ancak gerçek rakam resmi kayıtlarda hep bir yerlerde olacak.
Onca insan kaybının yanında yüzlerce milyar dolarlık maddi zararı hiç saymıyorum bile!
Resmi kayıtlara göre deprem anında yıkılan bina sayısı 18.200, ki bunların büyük çoğunluğu apartman, ve bağımsız bina sayısı ise (apartman daireleri vs) 130 bine yaklaşıyor, bu da aslında yıkımın dehşetini ve can kayıplarının gerçek sayısını ayan beyan ortaya koyuyor.
Bu tarifsiz dehşetin tek bir sorumlusu vardır, o da göz göre göre geldiği ve yine tekrar tekrar geleceği bilinen deprem filan değildir.
Bu tarifsiz dehşetin tek sorumlusu hırsızlığı, sahtekarlığı, vicdansızlığı, kural tanımazlığı, kokuşmuşluğu yaşam şekli haline getiren ahlaksız, vicdansız, sorumsuz, sahtekar, Tanrı korkusu olmayan, adalet korkusu olmayan insan müsveddelerinin zihniyetidir.
Cehalet ve ahlaksızlık sahtekarlığı ve kokuşmuşluğu getirdi, sahtekarlık da sadece ülke tarihinin değil, insanlık tarihinin en büyük yıkımlarından birini getirdi…
Bu kokuşmuş zihniyet önce 1999 Gölcük depreminde ortalığı yıktı geçti, ama gerçek anlamda sorumluların hiçbiri hak ettiği cezayı almadı, hatta yargılanmadılar bile…
Adalet sistemi ve Rahşan affı onca ahlaksız, sahtekar katili es geçti, sokağa saldı, adeta yedikleri haltı yine yapsınlar diye teşvik etti.
Bir tek 195 kişinin ölümüne sebep olan Veli Göçer 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı, ama sadece 7,5 yıl yattı, serbest kaldı, yine inşaat işine döndü.
Eğer adalet sistemi kumdan kaleden beter onca çürük binayı bile isteye yapan ve yapılmasına göz yuman, onca insana mezar eden rantçı, ahlaksız, sahtekar, vicdansız müteahhitlerin ve devletteki ilgili sorumluların canına okusaydı, ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla katline sebep oldukları her bir can için ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis verseydi, herkes aklını başına toplayacaktı, Tanrı ve günah korkusu olmayan vicdansız sahtekarlar adalet korkusuyla adam gibi iş yapacaktı, diktikleri binalar deprem yönetmeliğine, bilimsel kurallara uygun olacaktı, ve olası neticede bugün 6 Şubat depreminde kaybettiğimiz canların belki de hepsi bizimle birlikte olmuş olacaktı.
Gerçek neticede ise bu ahlaksız, vicdansız, sahtekar, cahil ve keza Tanrı korkusu olmayan, adalet, yasa ve kural tanımayan kokuşmuş zihniyet yüzünden mahvolduk, perişan olduk, ezim ezim olduk, evlatlarımız, dostlarımız, tanıdıklarımız, tanımadıklarımız katledildi, bize de ömür boyu unutamayacağımız bir travma kaldı, yaşam sevinçlerimiz tamamen söndü.
Daha iki gün önce Japonya’da da benzer şiddette bir deprem, hatta depremler silsilesi yaşandı, yer yerinden oynadı, ama can kaybı 50yi geçmedi, o da çoğunlukla bina dışına kaçanlardan kaynaklandı.
Yanlış okumadınız, Japonya’da can kayıpları genelde deprem sırasında korkup dışarı kaçanların üzerine düşen nesnelerden kaynaklanıyor.
Japonya’da deprem olduğunda millet dışarı kaçışmıyor, tam aksine binalara giriyor, çünkü binalar değil 7,5 şiddetinde depremlere, 12 şiddetindeki depremlere bile dayanacak şekilde sağlam yapılıyor, böylece deprem anında en güvenli yer de bina içleri oluyor.
Bizde ise binbir sahtekarlıkla yapılan binaların içi de dışı da ölümcül tuzaktan beter, içerde kalsan başına yıkılıyor, dışarı çıksan yine başına yıkılıyor.
Şimdi sırada İstanbul depremi var, göz göre göre geliyor, konunun uzmanları bas bas bağırıyor, her an ortalığı yıkıp geçebilir, yine tarifsiz bir dehşet ve katliamla karşı karşıya kalabiliriz.
6 Şubat depremi öncesinde de konunun uzmanları bas bas bağırmış, kimseye laf anlatamamıştı, sonuç felaket oldu.
Şimdi yine bas bas bağırıyorlar, yine kimseye laf anlatamıyorlar.
Türkiye’deki iktidar aklı sıra seçimlere odaklanmış, İstanbul belediye başkanlığını yeniden ele geçirmekle, bol bol da hamasi nutuk atmakla, martaval okumakla meşgul…
Muhafelet deseniz, cürümü kadar yer yakmaz, ne halt ettikleri belli değil.
Kısacası, deprem gerçeğini hiç kimse öncelikli sorun haline getirmiyor, adını bile anmıyor, sadece kimsenin dinlemediği bilim adamları avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Deprem İstanbul’u öngörülen şiddetle vurursa, ortada ele geçirecekleri bir İstanbul filan da kalmayacak, ama görüne o ki, göz göre göre gelen tehlike kimsenin umurunda değil, hiçbir ön hazırlık yok!
Eğer beklenen felaket yaşanırsa, ki bu gidişle er ya da geç yaşanacak, İstanbul’u kimin kazandığının bir önemi olmayacak, çünkü ortada kazanılmış bir enkazdan başka bir şey olmayacak!
Uyanın artık, bu gaflet uykusu herkes için bir ölüm uykusuna dönüştü, işin şakası filan da yok!!!
Bu arada, Adıyaman’daki İsias denen ve 6 Şubat depreminde saniyeler içinde tuzla buz olan ahlaksızlık ve sahtekarlık abidesi otel müsveddesinde hayatını kaybeden evlatlarımızdan Selin Karakaya’nın babası Enver Karakaya X sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımla ilgili olarak Sakarya’dan biri tarafından şikayet edilmiş ve 3 Ocak’taki dava için bugün gittiği Gaziantep havalanında dava kendisine tebliğ edilmiş, ifadesi Adıyaman adliyesinde alınacakmış!!!
İşin detaylarını henüz tam olarak öğrenemedik, ama tahmin etmek hiç de zor değil…
Konunun detaylarını öğrenince, gerisini yazarız!