Filistin Devleti’nin bağımsızlığının ilan edildiği 15 Kasım 1988’in üzerinden 37 yıl geçti. Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nin açıkladığı bildirge, yalnızca bir devlet ilanı değildi.
Filistin halkının 20’inci yüzyıl boyunca biriken siyasi talep ve mücadele birikiminin resmi bir metne dönüşmesiydi. Bu tarihten sonra Filistin meselesi, uluslararası diplomasi sahnesinde “statü”, “tanınma” ve “devletleşme” başlıklarıyla daha görünür bir tartışma alanına girdi.
Cezayir’de okunan bağımsızlık deklarasyonu, 1967 sınırlarını esas alması ve Filistin için uluslararası hukuka dayalı bir çerçeve sunması nedeniyle önemliydi.
Yasir Arafat’ın “Bağımsız Filistin Devleti” adını taşıyan bildiriyi dünyaya duyurması, o güne kadar daha çok direniş hareketi olarak bilinen Filistin siyasetini, devlet kurma iddiasıyla tanımlar hale getirdi. Bu ilan, Filistin’in diplomatik alanda attığı ilk geniş ölçekli adım olarak kabul edildi.
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün temsil kapasitesi arttı, dünya başkentlerinde Filistin misyonları açılmaya başladı.
Bağımsızlık ilanının hemen ardından başlayan tanıma dalgası, Filistin’in uluslararası siyasal statüsünün en belirleyici unsurlarından biri oldu. 1988’in sonunda yaklaşık 80 ülkenin verdiği tanıma beyanı, 1990’lı yıllarda Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinin katılımıyla 100’ün üzerine çıktı. Bu ülkelerin büyük bölümü Filistin’i tam egemen bir devlet olarak kabul etti ve diplomatik temsilcilik düzeyini yükseltti.

2012’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Filistin’e “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü vermesi, tanınma sürecinin küresel ölçekte en görünür aşamalarından biriydi. Bu adım, Filistin’in uluslararası hukuk mekanizmalarında daha geniş bir alana erişmesini, mahkemelere ve uluslararası kurumlara başvuru kapasitesinin artmasını sağladı.
2025 yılında tablo yeniden hareketlendi. Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Portekiz gibi Batı blokunun etkili aktörleri Filistin’i tanıdığını açıkladı. Avrupa’nın küçük fakat diplomatik açıdan kilit ülkeleri olan Belçika, Lüksemburg, Malta, Monako ve San Marino da kararlarını duyurdu. Böylece Filistin’i tanıyan devlet sayısı 150’nin üzerine çıktı. Pek çok diplomat, bu gelişmelerin “yeni bir Avrupa kırılması” olduğuna dikkat çekiyor.
Neden yeniden gündemde?
Filistin dosyasının son dönemde yeniden uluslararası gündemin üst sıralarına taşınmasının başlıca nedeni, Gazze’deki ağır insani tablonun dünya kamuoyunda yarattığı etki. Barbar İsrail’in soykırımı, özellikle Avrupa toplumlarında Filistin’e yönelik siyasi duyarlılığı artırdı. Parlamento kararları, hükümet açıklamaları ve diplomatik çıkışlar arka arkaya gelmeye başladı.
Birçok ülke, Filistin’in tanınmasını iki devletli çözümün yeniden canlanması için diplomatik bir çerçeve olarak değerlendiriyor. Tanıma kararları, sahadaki gerilimi azaltmasa bile, Filistin’in “uluslararası muhatap” statüsünü güçlendirdiği için önemli görülüyor. BM Güvenlik Konseyi’nde Filistin’in tam üyeliği yönündeki tartışmaların yeniden açılması da bu dalganın bir parçası.
Uluslararası statü tartışmaları
Filistin Yönetimi, artan tanınma sayısının Birleşmiş Milletler’de tam üyeliğe giden yolu açabileceğini savunuyor. 2012’de kazanılan gözlemci devlet statüsü, Filistin’e sınırlı bir diplomatik alan tanıyordu; bugün ise hem bölgesel hem de küresel düzlemde daha geniş bir destekten söz ediliyor. Arap ülkeleri, Afrika Birliği ve Latin Amerika’daki pek çok hükümet, Filistin’in BM’de tam üye olması gerektiğini güçlü şekilde dile getiriyor.
Filistin Devleti, kuruluşunun 37’inci yılını tanınma dosyasının yeniden ivme kazandığı bir dönemde idrak ediyor. 1988’de açıklanan bildirge, aradan geçen yıllara rağmen Filistin’in uluslararası arenadaki varlığının temel dayanaklarından biri olmayı sürdürüyor; özellikle son aylarda atılan diplomatik adımlar bu belirleyici metne yeniden dikkat çekiyor.


