Ne kadar nankör bir toplum olduğumuzu ifade etmek için kullanılan ve gerçekliği de kabul edilen bir laf vardır, “hiçbir iyilik cezasız kalmaz” derler…
Bu gafil anlayışına bir de “hiçbir başarısızlık ve kötülük cezasız kalmaz” lafını eklemek gerek, çünkü artık toplumsal olarak kabullenilmiş bir başka anormallik, “yapanın yanına kar kalıyor” gerçeği de feci şekilde kabullenilmiş durumda…Ki bu anlayış da sahtekarlığın, ahlaksızlığın ve kötülüğün kabullenilmesinin tescilidir…
Bu iki gafil anlayışı kabullenmenin getirdiği gerçek ise şudur; dolaylı olarak aslında hiçbir başarısızlık ve kötülük cezasız kalmıyor, ama cezayı hem suçlu hem de masum olan ödüyor…
Şu anda gerek Türkiye’de, gerekse KKTC’de içine düştüğümüz halleri bir düşünün!
Ortadoğu’da hatlar ve saflar son kez ve net olarak belirlenirken, her iki vatanımız ve milletimiz de gidişata at gözlüğüyle bakar vaziyette ve gerek siyasi, gerek ekonomik, gerek sağlı, gerek eğitim, gerekse demografik yapı ve buna bağlı sosyal-kültürel yapı açısından tam anlamıyla dingili kopmuş, çürümüş, kokuşmuş, maddi ve manevi anlamda yerlerde sürünüyor vaziyettedir.
Bizim millet gidişata at gözlüğüyle bakıyor çünkü milletin genel derdi nerde neyin nasıl olduğu değil, geçim sıkıntısı!
Büyük bir çoğunluğu geçim sıkıntısına düşmüş, gelecek kaygısı yaşayan, tünelin ucunda ışık göremeyen, cehaletin pençesine düşmüş bir toplumun bilinç seviyesinin çevresinde olan biteni algılayacak seviyede olduğunu düşünmek, abesle iştigaldir, çünkü o toplum içine düştüğü durumdan doğrudan kendisi sorumludur, akıl ve mantık tutulmasına uğramıştır, duyguları ve inançları da sömürülmüştür, sömürülmesine izin verilmiştir…
Bu hale gelen toplumların fertleri haklarını arama zahmetine katlanmazlar, gökten zembille inecek bir kurtarıcı beklerler…
O kurtarıcı da hep gelir, daha doğrusu getirilir, dünyayı yöneten üst akıl tarafından, tabi ki!!!
Ve elbette durumlar daha iyiye doğru gitmez, “üst akılın” isteği doğrultusunda çok çok daha kötüye doğru gider, çünkü kurtarıcı diye bir toplumun başına getirilen(ler), kendi şahsi menfaat ve rantlarına karşılık, kurtarmayı vaat ettikleri güruhu sistematik bir şekilde donuna kadar soymayı ve ezim ezim etmeyi, direnç kabiliyetini dibine kadar kırmayı hedefleyerek “kurtarıcı” rolünü üstlenirler…Ki, bunun gerçek adı da aslında kurtarıcı değil, yok edicidir…
İşte bugün Filistin halkı bu yüzden yok oluyor, ezim ezim eziliyor, çocuklar ne olup bittiğini anlamadan, çocukluklarını yaşamadan kendilerini savaşın dehşetinin ortasında buluyor, hem de 21. Yüzyılda, ve bombalarla, kurşunlarla, açlıkla, sefillikle yok ediliyorlar…
Neden peki?
Anaları, babaları, dedeleri din sömürüsü ile cehaletin pençesine düştüğü ve Nazi icadı Müslüman Kardeşler denen emperyalist uşağı zırcahil gafiller sürüsünün devamı olan Hamas ve FKÖ denen PKK ve ASALA sevicisi çapulcuların artığı olan El Fetih’in pençesine düştükleri için…
FKÖ’nün sahtekarlıkta sınır tanımayan, “bizim mücadelemiz onları şehadeti üzerinde yükselecektir” diyerek çocukların ölümününe kılıf uyduran, liderliği boyunca Filistinlilerin refahını değil de kendi cebini düşünen, öldükten sonra da İsviçre bankalarında kendi adı altındaki hesaplarda tam 6,5 milyar doları çıkan, bugün kimsenin adını bile anmadığı Arafat’tan sonra önce FKÖ’nün, sonra da El Fetih’in başına geçen “din kardeşimiz” Mahmud Abbas AKP iktidarı tarafından “zoraki” bir şekilde Türkiye’ye getirilip, kendisine TBMM’de “birlik-beraberlik-insanlık” konulu hamaset nutukları attırıldı…
FKÖ ve ASALA, ta kuruldukları tarihlerden beri tescilli Türk ve Türkiye düşmanıdırlar ve Mahmud Abbas’ın Arafat’tan sonra liderliğini yaptığı FKÖ kamplarında Türkiye’ye ve Türk milletine karşı PKK militanları eğitilmiştir!
FKÖ feshedildikten sonra yerini El Fetih almıştır ve başına da 2005 yılında Mahmud Abbas geçmiştir, o günden sonra da Mahmud Abbas oturduğu koltuğa çakılmıştır, Filistin de Mahmud Abbas’ın başında bulunduğu El Fetih ile Mısır’dan sürülmüş ve bölgede İran’ın kuklası haline Müslüman Kardeşler artığı Hamas arasında, Hamas daha etkili olacak şekilde, bölüşülmüştür.
Yani anlayacağınız, Filistin’de Filistinlileri tam bir cehennemin kucağına atılmasına sebep olanların bir kısmı Ermeni ve PKK sevicisidir, diğeri de Mısırdan kovulmuş, İran’ın kuklası haline gelmiş iki örgüttür…
Her ikisi de emperyalizmin ve din tüccarlarının tepe tepe kullandığı, zırcahillerden oluşmuş iki örgüttür.
Türkiye ve Türk milleti açısından utanç verici olan, Mahmud Abbas gibi eline Türk askerinin ve vatandaşının kanı bulaşmış, tarihin her döneminde Türk milletinin düşmanlarının safında yer almış, Kıbrıs’ta Türk-Rum çatışmasında Rumların saflarında durmuş, her fırsatta Türk ve Türkiye düşmanlığı yapmış birini sırf din kardeşi diye TBMM’ye getirip, konuşturmaktır.
Ermeniler Azerileri paramparça ederken, hamile kadınlara tecavüz edip, karınlarını yararak bebeklerini öldürürken, insanlık tarihinin en büyük barbarlık örneklerinden birini Azerilere yaşatırken, Ermenilerin yanında kapı gibi duranlar “din kardeşlerimiz” El Fetih ve Hamas, yani Filistin temsilcileri, İran, Rusya ve Yunanistan idi…
Azerbaycan’ın yanında duranlar ise başta İsrail olmak üzere, Türkiye ve kısmen de Pakistan idi…
Amerikan emperyalizminin uşağı PKK’nın ve uzantılarının ezeli ve ebedi destekçileri de Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi, Filistin ve FKÖ ile uzantısı El Fetih ve Hamas, yeri geldiğinde de İran, Irak, Suriye ve Rusya’dır…
İsrail, Ermenistan ile sürdürdüğü Karabağ savaşında Azerbaycan’a ihtiyacı olan askeri ve ekonomik desteğin yüzde yetmişini sağlamış ve bu desteğin büyük kısmını da hibe etmişti, geriye kalan askeri desteğin yüzde yetmişini Türkiye sağlamış ve geçen gün Azerbaycan Resmi Gazetesi’nde yayınlanan başyazıya göre de bunu bir ücret karşılığı yapmıştı!
Erdoğan’ın İsrail’i hedef alarak “Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız…” lafının arkasından vefa borcu olarak Filistin’de savaş başladığı andan itibaren katıksız şartsız İsrail’i destekleyen Azerbaycan’ın resmi gazetesinde yayınlanan ve aleni şekilde Türkiye’yi hedef alan bu çok sert resmi yazı, Azerbaycan’ın kimin tarafında durduğunu net şekilde ortaya koymuştur.
Azerbaycan’ın bu çıkışı, bu noktadan sonra artık Türkiye’nin bölgede tamamen yalnızlaştığını ve bölgedeki hatların ve safların tamamen belirginleştiğinin en net bir göstergesidir…
Ekonomik durumu Cumhuriyet tarihinin en büyük çöküntüsünü yaşayan, ordusuna kumpaslarla eski caydırıcı gücü kaybettirilen, siyaseten de uluslar arası saygınlığı yerle bir olan, iç siyasette sırf din kardeşliği muhabbeti yapılacak diye Mahmud Abbas gibi eline Türk askerinin kanının bulaştığı, tescilli Türk düşmanı olan bir zattan “zoraki” medet umar hale düşen Türkiye, bizim de varlığımızı borçlu olduğumuz Anavatan, şu anda tam bir düşman çemberi ortasındadır…
Örneğin, Karabağ savaşında Yunanistan ile karşı saflarda yer alarak, Azerbaycan’ın yanında duran, Amerikan parlamentosunda da Yunan-Rum-Ermeni tayfası ile gücü paylaşan, çıkar ortaklığı yapan İsrail, Türkiye düşmanlığı söz konusu olduğunda, Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlarda kimin tarafında duracaktır?
Türkiye’nin mi, Yunanistan’ın mı?
E, bildiniz yani, çıkarları gereği elbette Yunanistan’ı destekleyecektir!
Peki, aynı İsrail, bugün bir kısmı ABD ve büyük bir kısmı da Türkiye ile doğrudan çıkar ilişkileri içine giren ama Türkiye’deki hükümete asla güvenmeyen Rusya kontrolünde olan Suriye ile Türkiye arasındaki bir ihtilafta kimi destekleyecektir?
Yani, diyeceğim o ki, çıkarları doğrultusunda Suriye ile İsrail bu aşamadan sonra Türkiye’ye karşı bir ittifaka girebilirler mi!!!
Hamas çapulcularının günün sonunda Filistin’e felaket getiren 7 Ekim saldırısından sonra Filistin’i ezim ezim eden İsrail’e karşı tek kelime etmediğine, Filistinlilere de zerre zırnık yardımda bulunmadığına bakarsak, Suriye’nin de kimin tarafında olduğunu anlayabiliriz, hatta ve hatta, aralarında Golan tepeleri sorunundan kaynaklanan tarihi bir ihtilaf olsa da, şu anda bile Türkiye’ye karşı sessiz bir Suriye-İsrail ittifakından bahsedilebilir…
Mısır, Ürdün, İran ve diğer bölge ülkelerinin de Türkiye’ye bakışı net!…Hepsi de düşman, hatta ara sıra dost görünseler bile hepsi de tescilli düşman ve bu düşmanlık tarihsel süreçten geliyor, bugün ve yarın da değişmeden devam edecektir…
Peki, tarihsel süreçte İsrail’in Türkiye’ye ve Türk milletine doğrudan veya dolaylı olarak bir kötülüğü oldu mu, örneğin Türkiye karşıtı terörü destekledi mi, finanse etti mi, teröristlere eğit-donat imkanı sağladı mı?…Bu liste daha da uzatılabilir, ama cevap nettir: HAYIR!
Peki, İran dahil, hiçbir Müslüman ülkenin veya toplumun Filistinlilerin yanında durmadığı, sadece timsah gözyaşları döktüğü bu şartlarda, yırtına yırtına İsrail düşmanlığı yapmak ve bu dünyada edinilebilecek en büyük ve güçlü düşmanı edinmek, kime ne fayda sağlar, hangi akla hizmettir!!!
Daha önce defalarca yazdık, söyledik, bir daha yazalım: Bir olaydan kimler fayda sağlıyorsa, o olayın azmettiricisi de onlardır, arada masumların canı gitse bile bu bedel onlar için hiç önemli değildir!!!
Hamas çapulcularının yaptığı 7 Ekim katliamı Netanyahu’nun siyasi ömrünü uzattı, arada masumlar katledilse de İsrail’e düşmanlarını ortadan kaldırma fırsatını verdi, dahası, önümüzdeki süreçte artık paraya döndürülmesi kesin olan ve doğu Akdeniz’de İsrail-Mısır-Kıbrıs arasında paylaşılacak olan trilyonlarca dolarlık doğal gaz rantından Filistinlilerin faydalanmasının da önü ilelebet kapandı…
7 Ekim saldırısı olmasaydı ve yeni bir İsrail-Filistin savaşı çıkmasaydı, doğal gaz rezervlerinin rantı nüfus oranında İsrail ve Filistin arasında bölüşülecekti, ki bu da Filistinlilerin cebine yüzlerce milyar doların havadan girmesi demekti, ki bu da El Fetih ve Hamas’ın durduk yerde yüzlerce milyar doları cebine indirmesi demekti, ama artık bu kapı kapandı, hem de sonsuza kadar…
Hamas ve El Fetih’i düne kadar kullanan, ama İsrail’in evire çevire kalbinde suikastler düzenlediği ve gerekirse beyninizi bile havaya uçururuz mesajı verdiği İran da kuyruğunu kıstırıp köşesine çekildi; Azerbaycan bu aşamadan sonra artık İsrail ile kader kardeşidir, kader ortağıdır ve Türkiye’deki iktidar hamasi tavrını sürdürdüğü sürece, Türkiye’nin değil, İsrail’in yanındadır; Diğer Arap ülkelerinin tümü Amerikan uşağı oldukları için İsrail’e karşı en ufak bir horozluk taslayamazlar, hiçbiri de Filistin belasına bulaşmaz, kapısından içeri bir tane bile Filistinli mülteci Arap sokmaz; Bu şartlarda, İsrail de Ortadoğu’da kendi siyasi ve ekonomik gücünü yeni baştan ve uzun vadeli olarak kurguluyor…
İsrail ile uğraşacağınıza, yeminli Türk düşmanlarını din kardeşi diye koruyup kollama derdine düşeceğinize, tek kurşun atılmadan ülkeyi işgal eden ve maddi ve manevi tüm kaynaklarını sömüren, ülkenin ve milletin bekası için akıl almaz bir tehdit oluşturan mülteci belasıyla uğraşın, ülkeyi bu işgalden kurtarın, bunu yaparken aynı anda ülkenin kendi ekonomik potansiyelini de canlandırın…
Yeryüzünde Türkiye’nin sahip olduğu doğal kaynaklara ve imkanlara sahip başka bir ülke yokken, dünyanın en önemli yedi tarım ülkesinden biriyken şu an açlıktan nefesi kokan, kendi halkını yediremeyen Sudan’dan bile et, yumurta, tahıl, hatta ve hatta, kurutulmuş üzüm gibi temel gıda maddeleri ithal eder hale düştük…
Bir ülkenin gücü siyasi söylemlerle değil, halkının, devletinin ürettiğiyle, eğitiminin ve ordusunun sahip olduğu caydırıcı teknolojiyle ölçülür…
Gerisi boş laftır!
Kısacası, geldiğimiz günün şartlarında, hiçbir başarısızlık ve kötülük de cezasız kalmıyor, bedeli ödeyen de, her ne kadar masum gibi görünse de, etraflarındaki örümcek ağları örülürken kafasını kuma gömmeyi, kıçını da devekuşu gibi havaya dikmeyi marifet sayan toplum ve çocuklar oluyor…
Düşman, rakibini kafasını kuma gömmüş, kıçını da havaya dikmiş vaziyette görürse, sizce ne yapar, kıçına tekmeyi basar mı, yoksa daha da kötüsünü mü yapar!!!
E, adı üstünde, düşman…Bu çağda aklınız varsa, düşmana ne kapıyı açıp evinize alacaksınız, ne arkanızı döneceksiniz, ne de karşısında kafanızı kuma gömüp, kıçınızı havaya dikeceksiniz…
Bunlardan birini yaparsanız, aradığınız belayı fazlasıyla bulursunuz, bu kadar basit!