Bizim Cumhurbaşkanı Tatar vızt diye Avustralya’ya uçtu, oradaki Türkleri, derneklerini filan ziyaret ediyor, etkinliklerine katılıyor, oradan birlik-beraberlik mesajları veriyor…
Çok mu lazımdı!
Zerrece bile lazım değildi, memlekette onca sorun dururken ve mevcut sorunlara her an yenileri eklenirken, dahası, memleket manzaralarına baktığımızda artık “bizimdir” diyebileceğimiz bir memleket filan da aslında kalmamışken, bir dostlar alışverişte görsün hikayesine daha hiç mi hiç gerek yoktu…
Avustralya’dakilerin keyfi yerinde, KKTC filan da hiç umurlarında bile değil, işin doğrusu…
Herkes kendi canını kurtarma derdine düşmüş, memleketindeki yozlaşmadan bıkıp usanmış, o yüzden de çekip memleketten gitmiş, kendine yeni bir hayat kurmuş…
Haklılar da!
Avustralya gezisinin masrafları da cabası, Allah bilir kaç milyon lira sırf reklam uğruna boşu boşuna harcandı, gitti!!!
Ki, o paralar saçma sapan gündemlerle unutturulmaya çalışılan okulların artık mahvolmuş ve sürekli çocukların kafalarına yıkılan altyapılarına, eğitim sürecindeki çocukların ihtiyaçlarına, hastanelerin ve hastaların ihtiyaçlarına, trafik güvenliğine, polisin suç ve suçlularla mücadelede ihtiyacı olan altyapıya harcanabilirdi!
Eti budu olmayan, bütçesi sürekli açık veren bir devletçiğin cebinden tamamen gereksiz bir Avustralya gezisi düzenlemek, gerçekten de abesle iştigaldi…
Diğer taraftan, memleket toprağı karış karış yabancılara fahiş fiyatlarla satılıyor, bu gidişle on sene sonra biz ve çocuklarımız bu memlekette kiracı durumuna düşeceğiz, hatta fiyatlar o kadar uçuklaşacak ki, kiracı bile olamayacağız, ama malını mülkünü fahiş fiyatlarla satan herkes görgüsüzlüğünü tatmin etmek için son model bir Mercedes veya BMW sahibi olacak…
Ortalık şu anda hazır para tüketen görgüsüzlerin altlarına çekip, “artık benim de Mercedesim, BMW’um var” dercesine sokak aralarında lastiklerini cayırdattıkları lüks arabalarla dolu…
Amma ve lakin, on sene sonra, bugün yüzbinlerce sterline sattıkları malları yarın torunları milyonlarca sterline alamayacak, kafasını sokabileceği kendine ait bir evi olmayacak…
Sayın Tatar işte bunlarla uğraşmalıdır, dünyanın dört bir yanında gezme tozma gibi gereksiz, yaşadığımız dünyaya ve sorunlara zerre zırnık fayda sağlamayan işlerle değil!
Yine, alışılageldiği üzere zırt pırt yapılan gösterilerde, memleket on günü geçti hayvancıların Başbakanlık önündeki gürültüsünü, yaygarasını çekiyor.
Neymiş dertleri, ithal ete karşıymışlar!
Oldu efendim, bu memlekete tavuğundan, sütünden, peynirinden, fasulyesinden, şekerinden, pirincinden, mercimeğinden, arpasından, buğdayından tutun da milyon türlü ithal gıda girecek ama ithal et gelmeyecek, millet sizin fahiş fiyatlarla sattığınız eti yemek zorunda kalacak, sizin insafınıza kalacak!
Öyle mi!
Yok öyle bir dünya…
Hele muhalefetin tutumu, hele muhalefetin tutumu!
Sırf muhalefet olsun diye bu rezilliğe ortak oluyorlar ama piyasadaki fahiş fiyatlara, yapay enflasyona tek kelime etmiyorlar, hele hele de asgari ücretin adı geçer geçmez raflarda anında artan fiyatlara gık demiyorlar…
2018’de dörtlü hükümet döneminde bizzat ben Tufan Erhürman’a Başbakanlık’ta bu fahiş fiyat artışlarını denetleyin, artık bu vurguna bir dur deyin demiştim.
Cevap olarak, serbest piyasa var, müdahale edemeyiz, demişti.
Ben de karşı cevap olarak bunun adı serbest piyasa değil, serbest soygun düzenidir, vatandaş her türlü soyuluyor, serbestçe vurgun yapıyorlarsa çatır çatır vergisini de ödesinler demiştim, cevabı ise “maliyedeki arkadaşlar gereğini yapıyorlar” olmuştu, yani hikaye!…
Asgari ücret sefalet ücretidir diyorsunuz, muhalefetteyken eleştiriyorsunuz, her iktidara geldiğinizde gücünüz asgari ücret denen rezilliği en düşük memur maaşına endeksleyecek ve piyasadaki vurgun düzenini durduracak kararlar almaya da yetiyordu, ama iradeniz yoktu, çünkü muhalefetteyken derdiniz popülizmdi!
Şimdi de ortalığı yıkıp döken voyvodalara arka çıkıyorsunuz, ne için!
Sırf popülizm için!
Şimdi vatandaş olarak şu soruyu soralım; En az UBP kadar CTP de bu memlekette iktidar oldu, gerek CTP’nin gerekse diğer muhalif partilerin halkın ucuz gıdaya ulaşabilmesi için en ufak bir girişim yaptığını hiç gördünüz mü!
E, görmedik tabi, çünkü serbest piyasa, pardon serbest vurgun düzeni var canım!
Rum tarafı bile, ki gıda ve birçok ürün bakımından KKTC’den gerçekten daha ucuz, temel gıdalarda tavan fiyat uygulamasına geçti, sen geçemedin kardeşim!
Muhalefet olarak üretimi çok daha masraflı olan biranın sütten daha ucuz satılabilmesinin gerekçesini bir zahmet açıklasanıza!
Temel gıda maddelerine halkın erişimini kolaylaştırmak ve temel gıdaların fahiş fiyatlarla satışını engellemek için tavan fiyat uygulaması öneriniz niçin yok!
Memleketteki enflasyonun sebeplerinin başında vurgunculuğun, gelir dağılımındaki eşitsizliğin geldiğini ve devletin sermaye sektörlerini yeterince denetleyip vergilendiremediğini, gücü kime yeterse ondan vergi aldığını biliyorsunuz ama ne iktidarlarınız döneminde ne de muhalefet döneminizde çözüm öneriniz yok, muhalefetteyken eleştirdiğinize iktidara geldiğinizde göz yumuyorsunuz, sadece şu sorun var diyorsunuz…E, demeseniz de olur, sizin bildiğinizi, hatta fazlasını zaten biz de biliyoruz!
Memlekette artık dingili hepten kopmuş, yakın gelecekte çocuklarımızı torunlarımızı sokakta bırakacak, hatta göçe zorlayacak emlak vurgunculuğuna da tek bir lafınız yok!
Muhalefet olarak sadece popülizme ve Meclis’te sandalye işgal ederek maaş çekmeye mi yararsınız?
……………………….
Gelelim geniş fotoğraftaki siyasi tiyatrolara, ki bunlar en ölümcülündendir…
Önce kısa bir hatırlatma yapalım, sonra neticeye bakarız.
Özellikle ABD ve Rusya gibi iki süper gücün her fırsatta emperyalizm odaklı kozlarını paylaştığı Ortadoğu coğrafyası her on yılda bir şiddetli değişimlere ve savaşlara sahne olur, bu gelenek son 60 yıldır hiç değişmedi.
Sadece Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın kaderine hükmeden iki süper gücün, ABD ve Rusya merkezli emperyalizmin çıkar odaklarının güçleri ve etkileri o kadar derin ve sağlamdır ki, karşılarına kim çıkarsa çıksın tereddütsüz yok ederler, yerlerine hizmet edecek kuklaları koyarlar…
1960’larda Amerikan emperyalizminin çıkarlarına yeterince hizmet etmeyen ABD Başkanı John Kennedy’in, beş sene sonra da başkanlık seçimlerinde favori olan ve başkanlığı kazanmasına kesin gözüyle bakılan kardeşi Robert Kennedy suikastlerle öldürüldüler…
John Kennedy derin devlet tetikçilerinin kurduğu bir pusuda çapraz ateşle öldürüldü, hem de halkın tam da orta yerinde…Gerçek tetikçilerin hiçbiri ortaya çıkmadı, muhtemelen ortadan kaldırıldılar ve isimsiz mezarlara gömüldüler, günah keçisi ilan edilen bir gariban da halkın ortasında vurularak öldürüldü, otopsi kayıtları otopsinin arkasından yakılarak imha edildi, Kennedy’nin beyni bile ortadan kaldırıldı, suikast dosyaları da 2029dan önce açılmamak üzere rafa kaldırıldı…
Beş yıl sonra, 1968’de kardeşi Robert Kennedy Filistinli bir arap tarafından, İsrail’e verdiği veya vereceği varsayılan destek yüzünden halkın arasında 22’lik bir tabancayla başından ve sırtından vuruldu, 22’lik mermiler normalde çok büyük tahribat yapmamasına rağmen Filistinli katilin kullandığı mermilerin tipi her nasılsaydı (muhtemelen hollow point denilen, hedefe vurduğunda şemsiye gibi açılan ve hasarın boyutunu en az üç katına çıkaran tip mermiler), Kennedy’nin hem başına hem de vücuduna isabet eden mermiler büyük tahribat yaparak, oracıkta ölümüne sebep oldu…
Yine 1960’larda Türkiye’deki askeri darbe neticesinde, ki başını Alparslan Türkeş çekti, Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, acınası, özellikle Adnan Menderes’i rezil rüsva eden bir mahkeme sürecinden sonra, asılarak idam edildiler.
70’li yılların başında Watergate skandalı patladı, tam ABD Başkanı Nixon’un kellesi gidecekti ki, şak diye Yunanistan Kıbrıs’ta darbe yaptı, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası ve ABD ile hiç anlaşmayan, Rusya ile flört halinde olan Makarios alaşağı edildi, Albaylar Cuntası’nın çapulcuları Kıbrıs’ı ele geçirdiklerini ilan ettiler, Türkiye şak diye anında müdahale etti, Kıbrıs’ın kuzeyindeki silahlı Rum çapulcu sürüleri Türk Silahlı Kuvvetleri önünde hallaç pamuğu gibi dağıldı, ada ikiye bölündü, Türkler kuzeye, Rumlar güneye geçti, durum hala netleşmedi…
80lerde Fransa’nın tezgahıyla İran’da mollalar iktidarı ele geçirdiler, hemen arkasından da İran ile Rusya destekli Irak arasında savaş patlak verdi, İran ve Irak savaş masraflarını karşılamak için ürettikleri petrolün miktarını artırdılar, hem de fiyatını kırmak zorunda kaldılar, onlar savaşırken bu iki ülkeden petrol ihraç eden ülkelerin ihracatçıları köşeyi döndüler…
1990’larda Irak, nerden aklına estiyse, Kuveyt’i işgal etti, NATO güçleri Irak’ı terbiye etmek için Ortadoğu’ya girdi, böylece birkaç sene içinde ABD bölgede Rusya’nın siyasi etkinliğini kırdı ve silah pazarlarının hemen tümünü ele geçirdi, geriye bir tek Suriye kaldı…
2000’lerde ikinci körfez savaşı başladı, ABD güçleri bir kez daha Irak’a daldı, bu kez Suriye’yi de biraz gıdıkladılar ve Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde kendilerinin emrinde olacak kukla bir Kürt devletçiği oluşturmak için gerekli zemini de hazırladılar.
Aynı anda, bir taraftan kuklaları PKK’nın TSK tarafından yok edilmesini engellemeye çalışırken, diğer taraftan Türkiye içindeki ve bölgedeki kukla uzantıları üzerinde din sömürüsünü körüklediler, tarikatları ve cemaatların köküne gübre döküp şahlanmalarına yardımcı oldular, Ortadoğu coğrafyasındaki hedeflerinin önündeki en büyük engel olarak gördükleri TSK’yı komplolarla çökertme faaliyetlerini kuklaları aracılığıyla artırdılar, Türkiye içindeki batı menşeili sıcak parayı da çekip, artık altında bezle gezebilen, aklı da iyice bulanmış, desteksiz ayakta durması imkansız hale gelen, buna rağmen mezara girene kadar koltuğu bırakmamakta ısrar eden Ecevit hükümetini de ekonomik krizle köşeye kıstırdılar, ilk genel seçimde de bol bol reklamını yaptıkları ve Beyaz Saray’da medyatik bir şovla temsilcilerini ağırladıkları AKP’nin iktidara gelmesi için her türlü desteği sağladılar.
Türkiye’nin siyasi ve demografik yapısını dizayn ederken bir Körfez Savaşı daha patlattılar ve kimyasal silah geliştirdiği iddiasıyla Irak’ı işgal ettiler, kimyasal silahın zerresini bulamadılar, bu kez Saddam’ı insanlığa ve halkına karşı suç işlemekten ipe çektiler, ki asılanın gerçek Saddam değil de benzerlerinden biri olduğu iddiaları da ayyuka çıktı.
Neyse, Saddam’ı tertipledikten, Irak petrollerine el koyduktan ve kuzey Irak’ta özerk bir Kürt devletçiği yarattıktan sonra, sıra Rusya’nın son kalesi Suriye ve Rusya ile paslaşan Mısır’a geldi, böylece Tunus’ta Arap Baharı denen rezillikler süreci başladı.
2010’lu yıllara geldiğimizde, PKK’nın yanında, tam anlamıyla kana susamış, fanatik katiller, sapıklar sürüsünden oluşan bir IŞİD’imiz, El Kaidemiz ve benzeri yığınla terör örgütümüz oldu, hepsi de Amerikan’ın sayesinde…
Mısır’da Müslüman Kardeşler çetesinin aşırılıkları sivil halkı ve orduyu harekete geçirdi, birçok kanlı katliamın sorumlusu olan Müslüman Kardeşler çetesi iktidardan alaşağı edildi, yerine laik bir iktidar geçti…
Libya’da Amerika’nın bir türlü hizaya sokamadığı Kaddafi NATO destekli Libya güçleri tarafından devrildi, sokak ortasında linç edildi, Libya darmadağın oldu, ikiye bölündü, halen de bölünmüş durumda, Kaddafi’nin Amerika’daki bankalarda olan 176 milyar dolarına el kondu, aynı şekilde, en az bu rakam kadar da Avrupa bankalarındaki parasına el kondu, paralar Libya’ya silah satışı karşılığı iç edildi.
Hemen hemen aynı anda Suriye IŞİD, El Kaide, El Nusra gibi fanatik katiller sürüsünden oluşan çetelerin istilasına uğradı, bu kanlı katiller eliyle Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi hedeflendi, ancak Rusya sıkı durdu, son kalesini Amerikan çetelerine yedirmedi…
Ancak beklenen oldu, savaş bölgelerindeki milyonlarca Suriyeli çatışmalardan kaçmak için Türkiye içine doluştu ve Türkiye’nin kendi vatandaşlarının bile sahip olmadığı haklardan yararlanmaya başladı…
Yetmedi, bir de Afganistan’dan Amerikalıların çekilmesiyle başlayan kaos sürecinde milyonlarca Afgan İran tarafından ta Türkiye sınırına kadar taşındı, Türkiye içine sokuldu, Türkiye her türlü yabancı, ne idüğü belirsiz mülteci istilasına uğradı ve halen uğramaya, demografik yapısı değiştirilmeye devam ediyor, dahası, ekonomik yapısı da özellikle aldığı göç ve akılsızca ekonomi icraatları sayesinde yıkılmaya, yozlaşmaya, can çekişmeye devam ediyor…
2020’lerin ortalarına doğru geldiğimiz bugünlerde ise, adet yerini yine buldu, İsrail’in siyaset arenasının dinazorlarından Netanyahu’nun koltuk kavgalarının İsrail’i gerdiği bir anda, Netanyahu siyasi hayatının sonuna doğru gelirken ve siyasette sayılı günleri kalmışken, Filistin’i ve Filistinlileri resmen diktatörlüğü altına alan İran destekli Hamas çapulcuları İsrail sınırındaki köylere baskın düzenledi ve 1200den fazla masum insanı durduk yerde vahşice katletti, adeta Netanyahu’ya can simidi attı, anında gündem değişti, yeni bir İsrail-Filistin savaşı başladı…
Bu savaşla birlikte Netanyahu’nun siyasi iktidarı ömür kazandı, zaman kazandı…
Bölgedeki Arap ülkelerinin hiçbiri Filistinlilere yardım için kılını bile kıpırdatmadı, hatta sınırlarını Filistinlilere kapattılar, ülkelerine geçiş izni vermediler, İsrail’in Hamas saldırısına misilleme olarak Filistin’i yerle bir etmesine seyirci kaldılar…
Tarih boyunca Türk milletine kazık üstüne kazık atıp, düşmanlarla bir olup Türkleri acımasızca arkadan vuran, Türkiye düşmanlarıyla birlikte bugüne kadar kol kola giden, yeri geldiğinde Türk bürokratları acımasızca katleden Ermeni terör örgütü ASALA’yı destekleyen, eğitip donatan, yeri geldiğinde PKK ile kol kola giren, PKK’lıları terör kamplarında eğitip donatan, Ermenilerin Azerilere karşı yaptığı katliamlarda Ermenilerin yanında duran Filistinlilere tek arka çıkan ise yine, her fırsatta arkadan vurdukları Türkiye oldu, o da “din kardeşliği” hikayesinden!!!
Filistinliler Türk milletinin desteğini hak eder mi, orası ayrı bir mesele, şahsi düşüncem zerre kadar etmedikleri ama gelin görün ki arada neyin ne olduğunu bile anlayamadan perişan edilen, katledilen onbinlerce, belki de yüzbinlerce masum çocuk var…
Hiçbir çocuk atalarının, büyüklerinin ahlaksızlığı, kalleşliği, alçaklığı yüzünden bir bedel ödemeyi, dahası, katledilmeyi hak etmez, çocuklar barış içinde, şiddetin, ahlaksızlığın kol gezmediği bir dünyada yaşamalıdır…
Ama öyle bir dünya da yok işte!
Filistin devleti 2012’de BM’ye gözlemci devlet olarak kabul edildi, ancak resmen tanınmadı.
Tanınması da mümkün değil, değil çünkü Filistin devleti kuruldu kurulalı Hamas ve FKÖ’nün artıkları arasında bölüşülen, tam bir çifte diktatörlükle ve silah tehdidi altında yönetilen Filistin ve Filistinlilerin bu şartlar altında BM tarafından resmen tanınma imkan ve ihtimali yoktur.
Hamas ve Hizbullah’a açık açık destek vererek, Ortadoğu’da akan kanı ve şiddeti körükleyen İran’ın yeni dini lideri olmasına kesin gözüyle bakılan Cumhurbaşkanı Reisi de, çoğunlukla masum sivillerin katledildiği bu kan banyosu sürecinde, tamamen şaibeli bir helikopter kazasında hayatını kaybetti, tesadüf eseri(!)…
Böylece, aynı coğrafyada, Doğu Akdeniz coğrafyasında, Saddam ve Kaddafi’den sonra sıra dışı bir şekilde ölen üçüncü lider oldu!…
Yani, diyeceğim o ki, doğu Akdeniz coğrafyasında emperyalizmin entrikalarıyla bir ülkenin koltuğuna oturursanız ve günün sonunda emperyalizmin çıkarlarıyla bir sebeple ters düşerseniz, kellenizin de kopartılıp, o koltuğun altına konması büyük olasılıktır!
Reisi’nin ölümünde doğal olarak İsrail hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmedi, İran dahil, kimse de İsrail’i suçlamadı, ancak Reisi’nin ölümüyle ortaya çıktı ki İran’da da mollalar arasında bir iktidar kavgası vardı ve Reisi iki güç odağından birinin başındaydı, Reisi’nin ortadan kalkmasıyla diğer güç odağının başında olanların önü açıldı…
Yani, Reisi’nin ölümüyle bir taşka iki kuş vuruldu, hem Hamas ve Hizbullah’ı destekleyen İran devletinin başı ortadan kalkmış oldu, hem de İran içinde dini liderlik savaşında en önemli rakip ortadan kalkmış oldu, ki bu iki faktörün ikisi de Reisi’nin ölümünü çok ama çok şaibeli kılıyor…
Reisi’nin ölümünün arkasından ise, şaşırtıcı bir şekilde, birkaç Avrupa ülkesi Filistin’i tanıma adımları atıyor, ki siyasetin “ikiden fazla yüzünü” bilenler için bu adımların sebebini ve sonucunu tahmin etmek hiç de zor değil; Filistin’i tanıdık tanıyacağız diyenlerin derdi Filistin’i tanımak veya dünyanın hemen bütün süper devletlerinin kapı gibi arkasında durduğu ve hepsinin de üzerinde etkisi olan İsrail’i köşeye sıkıştırmak filan değil aslında…
Filistin’i tanıdık tanıyacağız filan dendiğinde, başta Hamas olmak üzere, Filistin’deki terör odakları, ki Filistinlileri İsrail’den beter sömürmektedirler, pes edeceklerine, “hah, işte arkamızda falan filan var, bize destek çıkıyorlar” diyerek, İsrail’e karşı horozlanmaya devam ediyorlar, böylece İsrail’e Filistin’i daha da şiddetle vurma ve savaşı uzattıkça uzatma fırsatı veriyorlar…
Kısacası, bugün Hamas’a veya Filistin’e destek çıkar gibi görünmek, yaşanan vahşeti azdırmaktan başka hiçbir amaca hizmet etmiyor…
Neticede, on yıldan daha uzun bir süredir Türkiye içine doldurulan mültecilerle demografik, siyasi ve ekonomik bir yıkıma adım adım uğratılırken, Filistin de yerle bir ediliyor…
Biri silahla yerle bir ediliyor, öteki taktiksel uygulamalarla, ve bu süreçte başrolü oynayanlardan biri sözde bir kazada öldü…
Kaddafi, Saddam, Reisi gibi büyük balıklar da gidiyor, Filistinliler gibi küçük balıklar da…
Çünkü onları avlayanlar en vahşisinden köpekbalıklarıdır, hani şu emperyalizmin ve vahşi kapitalizmin kurucusu, koruyucusu, uygulayıcısı ve kollayıcısı olan köpekbalıkları!
Peki, şimdi sırada kim var dersiniz!!!