Benim kalemde, tam senin kalemin çiziktirdiği, içimizdeki saklı delilerin meşrebinde bir yazı.
Son zamanlarda çalçene, palas pandıras konuşurlar ya!
İşte aynen öyle, çalakalem, içinden geldiği gibi yazabilmeli yazar.
İçimden geldi, hiç kurgu kaygısı taşımadan, belirgin bir konu üzerinde durmadan yazacağım, benim kalemde değil. İçimdeki delinin düşüncelerini aktaracağım.
Erkekler birliliği, erkekler dayanışması, erkek sığınma evi yokken neden kadınlar arası dayanışma birlik ve beraberlikten söz edilir hep hiç düşündünüz mü?
Mesela Erkekler genelde birbirine kolay yaklaşır ve çabuk kaynaşır. İç dünyaları fazla karmaşık, detaycı ve çetrefilli değildir.
Kadın meselesi hariç, birbirlerini, boş yere kurgularla rakip görmezler.
Herhangi bir oyun için bile çok çabuk organize olurlar.
Kadınlara nazaran daha seri yer edinip pozisyon alırlar. İş ortamlarında herkes önündeki işe odaklanır.
Bir diğerinin meşguliyetiyle ve sorumluluklarıyla alakadar olmazlar.
Bir erkeğin tüm dorunları kadın merkezli ve kadın odaklıdır.
Bu sebebledir ki bir çok zoraki birliktelik dernekleri kadınlar adına kurulur ve yönetilirler.
Peki orada her şey süt liman yolunda mıdır? Tabi ki hayır, asla.
Kadın aşıksa fakirane mutfağında azıcık erzakla Halil İbrahim sofrası kurar. Kuru ekmekten lezzet taşar.
Kadının gözünde bir değerin yoksa, sarayın da olsa, matbahı amirende envai çeşitler konsa da önüne, ne çıkar.
Bir kadın, seni sevmekten yorulup vaz geçince önce saç renk ve modelini değiştirir. Yani, sevdiğin kadının görüntüsünden sıyrılır.
Ve Mevzu burada tartışmaya kapatılmıştır.
Nefs neferdir yani birey; nüfus ise nefsin çoğul halidir, yani toplumun birey sayısı.
Nüfuz ise temas etmektir.
O halde:
Nefsine yenik düşerek, nüfus çoğunluğuna kötülüğünü nüfuz ettirdi, cümlesi doğru olmaz mı?
Boşver başka konuya geçiyorum.
Kadınlar romantik veya şair erkek sevmez mirim!
Kadınlar romantik görünüp orman havası estiren adamları severler.
Aksi taktirde şairler yalnız kalıp, ömürleri boyunca aşk hasreti anlatan şiirler yazaraktan tek başına ölmezler.
Bu düşünceyi yazar yazmaz içimdeki yalnız şair dile geldi ve:
“Artık ben de bir aile kurmak istiyorum”
dedi.
“Sen nasıl yuva kuracaksın ki!
Kaleminden başka bir sermayen yok!
Bu memlekette şiirmiş edebiyatmış meraklısı da yok. Nasıl olacak o iş ?” dedi onu duyan bir meczup avare.
“Her biri bir başka aşktan, acıdan, ayrılıktan ve yalnızlıktan peydahlanma.
Her biri ayrı ayrı platonik aşkın evladı şiirlerimi bir araya getirip, bir kitapta toplayıp, ailemi oluşturmak istiyorum.
Ne var bunda?” dedi sonra, hayalci divane şair.
“İyi de bu devirde şiir para etmez ki’ dedi avare meczup.
“Belki de aşktır ederi” dedi divane şair.
Eh bu sefer de “Aç karnına aşk yaşanmaz, pulsuz adamı da kimse sevme” deyiverdi meczup avare.
Şair kalemini bırakmak istedi, bırakmadı. Başını öne eğip yazmaya devam etti.
Bu şizofreni monolog tartışmayı da burada kendi haline bakıp biz mevzuya dönelim.
Ne diyordum azizim;
Bazı mekan ve sokakların kaç tür kaçamak aşka yataklık, kaç derinden gerçek aşka yaltaklık ettiğini bilmezsin.
Kimisi vatan aşkıdır, kimisi yatan aşkı.
Ya şehit, ya şair ya da unutulmuş isimlerden biridir Lefkoşa sokak isimleri
Hele bu konuyu hiç uzatmayacağım.
Neyden ürküyor, nelerden tiksiniyor, nelere öfke ve tepki gösteriyorsan tüm bunların kaynağı sensin.
Kızdığında kendinsin.
Açlıktan ölen var da, aşksızlıktan ölen var mı yahu, dedi.
Açlıktan ölenler gömüldü de, aşksızlıktan ölenlerin hepsi yürüyen cesetlere dönüştü ve sürünüyorlar hiç görmedin mi? Dedim.
Yuh nerden nereye geldik, ne alaka yahu.
Her neyse okumaya devam et sen.
Okumak denirdi, üniversite eğitim düzeyine, eskiden, zamanında.
Ne kadar da doğru bir söylem!
Her şeyin başı okumaktı zira, diploma için bile olsa okumak, kitap, gazete dergi ve mecmua..
Allah’ın ilk emri bile değil midir ki ‘ikra”
İkra kekimesi ki “Oku” anlamındadır Arapça…
Okuma bilmeyen veya okuma alışkanlığı olmayan cühelanın, çocuk hikaye kitaplarındaki renkli resimlere bakıp, hikayeyi anlamaya çalışması gibidir hayat.
Sırf resimlere bakarak için için mutlu olursun.
Yaşamın yazılı derin manasını anlamadıkça için
Tanrı’dan, Peygamber’lere vahiy, şair ve yazarlara ilham, tiyatro sanatçılarına belagat, sahne ustalarına fesahat meziyeti bahşedilmiştir.
Peygamberlere Tanrısal yazılı emirler gönderilirken. Sanatçılara yaratıcılık kabiliyetiyle evrensel güzellikler üretim görevleri verilmiştir.
Üretici yaratıcılıklarla imtiyazlı kılınan
söz, şiir, edebiyat, resim, heykel, müzik ve oyunculuk kabiliyetine haiz sanatçı zatlar ilahi aracılardır ve kutsaldırlar.
Ve lakin gel gör ki:
Oyunculukla ve yaratıcı sanatlarla alakası olmayan. Üreteni, yaratanı desteklemeyen ve hatta görmezlikten gelen..
Yaradan’dan bile hicap duymayan,
körebe oyunu oynayan, sanattan yoksun yöneticiler ülkeleri ve dünyayı yönetiyor.
Belki geçmişin bugünden güzeldi!
peki şu anın, bu dönemin, gelecekten daha güzel olduğunun farkında değilsen?
Veya geleceğin maddi manevi şimdikinden daha kötü olabileceği endişesi ne işine yarar.
Böyle düşünmekle geleceğin risklerini ortadan kaldırabiliyor musun?
Yoksa, sadece tadını çıkarmak dururken gününü mü mahvediyorsun?
Neyse, benim kalemim olan bir yazı türü değildi bu hikaye. İçimizdeki delilerin kaleminden bir hikaye okudunuz ve bitti.
Şimdi kendi delinizi kafatasına hapsedip normalleşebilirsiniz!
Normal neyse artık…