Vakit gece yarısıydı.
Alagadi’de sus pus haldeyiz, deniz dingin ve sakin.
Sahil tenha, ne ay var göte ne de şavkı denizde. Havada ılık meltem rüzgarıyla karışık serin hava dalgası var. Bazen ısıtıyor, bazen de serinletiyordu.
Sessiz ve sabırla kıyı yükseltisinde, mevzilerine çökmüş, çıkarma yapacak donanma gemilerini bekler gibi gözümüz denizin dalga dalga sahili yaladığı ince çizgideydi.
Bazen, dalga yükseltisinin oluşturduğu karanlık dalga ışık yalımını dostlarımızdan biri sanıyor kalbimizin ritim sesini kulaklarımızda duyuyorduk.
Ve nihayet o hayal ile hakikat arasındaki siyah karaltılardan biri, kıyıda hareket eden bir varlığa dönüşünce heyecan tavan yaptı.
Onu rahatsız etmemek için nefeslerinizi bile tutmaya çalışıyorduk.
Önce ön yüzgeç ayaklarını ağırca öne atıyor, 60/70 kg ağırlığındaki cüssesini hafifce kaldırarak, arka yüzgeçlerinin desteğiyle en fazla 20 santim ilerleriye taşıyordu.
Duruyor, bazen bir dakikadan fazla hareketsizce dinlenip, aynı hantal ve yorgun ilerleme hareketine devam ediyordu.
Rahat fakat bitkin görünüyordu. Etrafına hiç bakmaksızın yavaş yavaş kumul yükseltisine doğru yoluna devam etti…
Biyolog rehberlerimiz eşliğinde, kıpırtısız, yumurtlamayı başlatacağı noktayı keyfince seçmesi için sessizliği koruyarak bekleşiyorduk.
Kendince uygun noktaya geldiğinde ön ve arka yüzgeç ayaklarıyla daire çizerek, yuva kuracağı alanı belirginleştirdi.
Usulca yuva kazmaya başladı. Ön yüzgeçleriyle kumu arkaya, arka yüzgeçleri yardımıyla da üzerimize doğru güçlü bir şekilde arıyordu.
Kaplumbağanın arkadından yan kısmına gçtik.
İşte tam o sırada rehberimiz şu açıklamayı yaptı:
“Şimdi yanına istediğimiz kadar yaklaşabiliriz. Çünkü Careta’lar yuvayı hazırlama da dahil. Yumurtalarını yumurtlayıncaya kadar transa geçerler ve etrafında olup bitenleri farketmezler.
Onları tek rahatsız etmeyen şey, onu izlemek için üzerine doğrulttuğumuz kırmızı ışıktır. Kırmızı ışık dışında her türlü çakmak, sigara, telefon ışığından rahatsız olurlar” açıklamasını yaptı.
Bundan tam 25 yıl önce, 1999 Ağustos ayında, KKTC Gençlik ve Çevre Dairesi’nin düzenlediği Caretta Caretta türü kaplumbağaların neslinin devamına katkıda bulunmak üzere..
Yine böyle bir çevreci biyologlar ekibine asistanlık amacıyla. Alagadi plajında kurulan yardım, destek ve koruma kapsamındaki projeye gönüllü olarak katılmıştım.
Mayıs-Temmuz ayları kumsala kuluçkaya bırakılan yumurtalardan yavruların çıkma dönemiydi.
Aradan geçen iki ay sonra yumurtadan çıkan yavru kaplumbağalar asla karaya çıkmaksızın 25 yıl Akdeniz havzasında kayıplara karışıyordu…
Akdeniz havzasında gaiplere karışan erkek yavruların aksine. Yumurtadan çıkan dişi kaplumbağalar, eğer hayatta kalmayı başarmışlarsa, 20-25 yıl sonra, dünyanın manyetik alan pusulasını kullanarak doğduğu sahile dönüp tek seferde 80 ile 100 adet arası yumurta bırakıyordu.
Ve 30 Haziran gecesi..
1998 yılının Ağustos ayında, yumurta halinden yavru kaplumbağaya dönüşen, denize ulaşması için ince uğraşlarla büyük çabalar harcadığımız yavrulardan en az bir tanesi olsun Alagadi sahiline dönmüştü işte.
Ama henüz göz göze gelmemiştik.
Hangileri döndü bilmiyorum ama, işte o gece, 25 yaşını doldurmuş tam 5 kaplumbağa vatanına döndü.
O yavrulardan biri, aradan geçen 25 yıllık kayıp dönemden sonra sahile geldi ve bu esrarengiz varoluş döngüsünün bir halkası olmayı başardı.
Caretta Carettalar 40 yıllık erişkinlik döneminde ortalama 3,200 yumurtayı kuma bırakılırken, her 1000 yumurtadan sadece 3 tanesi erişkin çağına ulaşıp yumurtlama döngüsüne katkıda bulunabiliyor.
Ve bu aynı kıyıya yumurtlama döngüsü her iki üç yılda bir tekrar ediyor.
Yetişkin bir Kareta en fazla 4 saat hiç yüzeye çıkmadan denizin derinliklerinde nefessiz yaşayabiliyor.
Ama bir şekilde balıkçıların, yük gemilerinin denize attığı ağlara veya atıklara takılıp oksijensizlikten ölenler de olmuyor değil.
Caretlar denizdeki küçük balıklar, su kabukluları ve özellikle denizanaları, çeşitli zararlılar ve mercanlıklardaki deniz bitkileriyle besleniyor.
Ve bu denge, denizaltı ekosistem açısından çok büyük bir önem arz ediyor.
Yumurtadan çıkmayı, denize ulaşıncaya 100 metrelik kumsalı aşmayı.
Akdeniz açıklarında onca tehlikeyi ve badireyi atlatmayı ve hayatta kalmayı başarıp 25 yaşına gelmiş yetişkin dostlarımdan biriyle göz göze gelecek olmanın heyecanı vardı içimde.
Hangisi olursa olsun, en çok istediğim şey, 25 sene önce avucumun içine en az dört tanesini aldıklarımdan biri olsun ya da olmasın, yumurtlamak için gelen bu dostla göz göze gelip, yüzleşmekti hayalim.
Öyle de oldu.
Göz göze geldik, gülümser gibiydi, gözlerinin içi parlıyordu. Oldukça tanıdık, samimi ve sağlıklı görünüyordu.
Gözlerindeki ifadeyle, bana “Evet o benim, avuç içine alıp denize ulaşmama yardımcı olduğun minik yavru benim”
“Hayatta kaldım ve doğduğum kumsala geri döndüm. En çok da senin için döndüm. Çünkü beni beklediğini hissediyordum. Ben elimden geleni yapıp yavrularımı 25 yıl sonra sana emanet ediyorum” der gibiydi bakışları.
Bir kaç kulaç kum atıyor, yuvayı genişletip, arka kulaçlarıyla kumu yuvadan tahliye ediyordu.
Binlerce kilometre yüzmüşlüğün verdiği yorgunlukla sık sık öylece hareketsiz kalıp, başını kum zemine yatırıp dinleniyordu.
Bu arada bazı yeni anne adayı kaplumbağalar geliyor, şöyle bir kumsalda tur atıp geri denize dönüyor.
Bazı yumurtlamaya gelen ana kaplumbağalar ise denizle kıyının buluştuğu çizgiden ani bir dönüş hareketiyle loş sularda kayıplara karışıyordu.
Doğum anı yuvasının başında, kırmızı fener ışığı altında, tedbirli, sabırlı ve oldukça sessiz bekleyişimizin sonuna yaklaşmıştık.
Yuvayı bir buçuk metre çapında, yaklaşık yarım metre derinliğinde kazıp, yumurtaları doğurup, üzerlerini kapatması anne adayı genç Caretta Caretta’nın iki saatini aldı.
Sırf bu doğum serüvenimi izlemek için İstanbul’dan gelen misafir dostlarım Ersen, Cem, Özlem ve Elif’le göz göze geldik. Duygulandıklarını görebiliyordum.
Doğum bitti. Anne adayı yuvadan ayrılmak üzere trans halden çıkmak üzereyken, uyarı üzerine yuvadan dört metre uzaklaşarak yere çöktük.
Ağır hareketle, Beşparmak dağları güney yönündeki başını, denize, kuzeye yöneltmek için çok hantal ve yavaş hareketle denize doğru manevra yapmaya çabalıyordu. Tam o esnada son bir kez başını yana çevirip olduğumuz yöne baktı.
Can havli son bir hamleyle yuvası etrafında oluşturduğu kum tepeciğini aşıp denize doğru ağır aksak yürüyüşüne başladı.
Denizin serin, tuzlu suyunun Alagadi kumullarını dalgalarıyla yaladığı, denizle kumun buluştuğu ıslak çizgide bir daha durdu, bekledi, öylece hareketsiz.
Başını döndürüp bir kez daha benle göz göze gelme isteğinde olduğu zannı hissindeydim.
Ama bu küçücük hareket, en az 60 kg. ağırlığında, bir metre çap genişliğinde, binlerce kilometre kulaç atarak ulaştığı Alagadi kumsalında gereğinden fazla yorulmuş; doğum sonrası bitkin düşmüş dev anne kaplumbağa için çok zor ve zahmetli bir hareketti.
Sulara karışmadan önce, 25 yıllık dostluk hatırına, kıyı çizgisinde baya bir durdu. Hadi dedim, dön bak, son bir kez daha göz göze gelelim.
Başını çok hafif sağa doğru döndürdü, kafasını aşağı yukarı sallayarak, kıvrıla kıvrıla sulara karıştı.
Gökyüzünde ay, denizde mehtap aydınlığı yoktu. Arkasından sulara karışan karartısı, suda bıraktığı çalkantıya öylece baka kaldık.
Üstlendiği ve başarıyla sonuçlandırdığı görev, Caretta Caretta deniz kaplumbağası türlerinden birinin soyunun devam savaşıydı..
95 milyon yıldır, aksatmadan ve sabırla Akdenizde süregiden yaşam döngüsünü devam ettirme savaşının galibiyetiydi onun onurlu yüzüşü.
Kendi doğumuna şahit olduğum 25 yıllık dostum. Akdenizin ılık, dingin, alacalı ve loş aydınlığında gözden kaybolup koca bir denizin bizzat ta kendisi olup gaiplere karıştı.
Candaş Özer Yolcu